28 Şubat 2013 Perşembe

çocuklarda ağlama ve ebeveyn tepkileri-2

bir haftadır aletha solter'in söylediklerini okuyup, anlayıp uygulamaya çalışıyorum. geçen hafta ağlamanın yararlarından bahsetmiştim. bu hafta ağlama krizlerine nasıl dayanabileceğimiz ve sorunlara çözüm önerilerini anladığım kadarıyla paylaşacağım.

tamam anladık ağlamak güzeldir. ve hatta sezen ablamız bunu yıllar önce şarkıya dökmüş. aletha solter'in dediği tamda bu şarkıda anlatılan şey işte ağlamak güzeldir:

aletha solter diyor ki; eğer çocukluğunuzda yeterince ağlayamadıysanız çocuğunuzun ağlaması sizin için sinir bozucu olacaktır, bu nedenle ilk olarak kendiniz tekrar ağlamaya başlayın ve duygularınızın farkında olun. işte bunu yapmak zor oldu, hele benim gibi yıllarca ağlamasıyla dalga geçilmiş ve bu nedenle ağlamayı unutmak için çok çaba sarf etmiş birisi için. hala tam olarak yapabildiğini söyleyemem.

çocuğunuzun öfkesini, hayal kırıklığını en iyi ağlayarak ifade edebildiğini unutmayın. ağladığında ona gülümseyin ve yanında olduğunuzu hissettirin, ağladığında dikkatini dağıtıp ağlamasını kesmek yerine onun neden ağladığını anladığınızı belirtin. evet en azından bunu sağlıyorum artık.

çocuğunuzun sizin yanınızda duygularını yaşayabilecek kadar güvende olmasını sağlayın, onunla koşulsuz ilgilenin ve birlikte vakit geçirirken onun sizi yönlendirmesine izin verin kesinlikle çocuğunuzu yönlendirmeyin. bunu zaten her zaman yapıyorduk, ama bazen benim dediğimi de yapıyordu.

çocuklar için neşe verici ortamlarda acı veren duyguları üzerine çalışmak daha kolaydır. korku, öfke, hayal kırıklığı gibi acı verici duygularıyla baş etmek için oyun oynarken bu duygulara neden olabilecek durumları karikatürize ederek gülmesini sağlayın. ancak burada bir önemli nokta var bence çocuk ağlarken değil, oyun oynarken ya da olayın etkisi geçmişken yapılması gereken bir şey. eğer çocuk ağlarken yapılırsa alay edildiği hissiyle ağlamasını bastırabilir.

ağlaması sırasında olumsuz bir yorum ya da harekette bulunmayın. eğer böyle bir durum olursa ağlamasını bastırmasına ve duygularını içine atmasına neden olabilir. ağlamanın bastırılması öfke ve hayal kırıklığının ifade edilememesine bu durum ise uzun vadede psikosomatik hastalıklara neden olabilir (kendimden biliyorum, stresli durumlarda karnım ağrır, gergin kaslara bağlı ağrılarımdan ise hiç bahsetmiyorum)

aletha solter'e göre çekilen acının sanatsal anlatımı (resim ya da yazı vb yoluyla) çocuğun acısını azaltmıyor, ancak bu duygu ile ilgili hislerini ve öfkesini yansıtmak ise acıyı azaltıyor.

çocuklarınızın yanında ağlamanız ise onun güven duygusunu sarsacak hareketlerde bulunmadığınızda (öfkeye bağlı şiddet gibi) destekleniyor.

aletha solter dışarıda bir öfke krizi ile karşılaşıldığında çocuğun dikkatinin dağıtılabileceğini ancak bunun evde tamamlanacağının unutulmamasını istiyor. birinci bölüm ile ilgili notlarım ve aklımda kalanlar bunlar.

çocuklarımızın ağlamasını destekleyelim, ağlamaktan korkmayalım.






22 Şubat 2013 Cuma

çocuklarda ağlama ve ebevenlerin tepkileri

itiraf etmeliyim ki bizim böcük ağladığında dayanamıyorum. çok öfkelenip bağırmaya ve bu şekilde çocuğu susturmaya çalışıyorum. bu durum ise çocuğumla aramda sürekli bir gerginlik oluşturuyor. sorunu çözmek için araştırıyor, okuyor ama doğru çözümü bir türü bulamıyordum. sonra bir kaç ay önce blogcu anne'de aletha solter ve seminerinden bahsedilen bir yazıya denk geldim. önce hadi canım dedim, çocuğu susturmak yerine ağlamasını mı teşvik edeceğim? sonra okuyup araştırdıkça aklıma yatmaya başladı. zaman zaman denemeye başladım bu yöntemi el yordamıyla ama sadece ağlamasına izin vererek. araştırmaya devam ettim bir yandan. geçen ay ise kitabı aldım, önce şöyle bir göz gezdirdim ve iddialı buldum. bu süreçte çocukların itirazlarının kişilikleri açısından önemli ve gerekli olduğuna dair okumalarım devam etti, ve nihayet dün kitabı gerçekten okumaya başladım. birinci bölümde bingo, aydınlanma anı. bundan sonra her bölümü tek tek değerlendireceğim bazı yazılar yazacağım.




aletha solter'in "çocuğunuza kulak verin" kitabı,  her anne babanın ve hatta hayatında çözemediği sorunlar olduğunu düşünen her yetişkinin okuması gereken bir kitap.

önce kitabın birinci bölümünden bazı notlar. birinci bölüm gözyaşları ve öfke nöbetleri hakkında.
  • bebek ağlamalarının büyük bir kısmı acı verici duyguların dağılmasını sağlayan gerilim boşaltma mekanizmasıdır.
  • çocukların, rahatsız edici deneyimlerinin etkilerinden kurtulup kendilerini iyileştirmek için, ağlayıp öfkelenerek acı verici duygularını ifade etmeye ihtiyaçları vardır.
  • ağlamak yalnızca vücuttaki toksinlerin atılmasını sağlamaz aynı zamanda gerginliği de azaltır.
  • kimse mükemmel bir ebeveyn değildir, hepimizin çocuklarımıza tahammül edemediğimiz ve boş bulunduğumuz anlar olur. bunun nedeni hepimizin çocukluğumuzun etkilerini taşımaya devam etmemiz ve hiçbirimizin çocukluğumuzda en azından bir tür incinme ve stresten kaçamamış olmamızdır.
  • bütün anne ve babalar, çocuklarına kendilerine çocukluklarında davranıldığından daha iyi davranmaya çalışır.
  • azarlanmak, alay edilmek, küçük düşürülmek, utandırılmak, yargılanmak, aşağılanmak ve suçlanmak çocuklar için acı verici sözel deneyimlerdir.
  • çocuklar istemedikleri birşeyi yapmaya zorlandıklarında, hayatları aşırı programlı olduğunda ya da fazlasıyla yönetildiklerinde acı verici duygular yaşar.
  • cezalandırılmak çocukları kaygılandırır ve sevilmediklerini hissettirir ve kendilerine olan saygılarını azaltır.
  • yalnızca temiz, derli toplu, sakin, pasif ve sabırlı olduklarında iyi davranılan çocuklar hiçbir zaman tam olarak sevildiklerini hissetmezler.
  • erken çocukluk döneminin temel ihtiyaçları yeterli beslenme, sevgi ve bol bol kucaklanıp sarılmakla sağlanacak fiziksel yakınlıktır.
  • çocuklar iç dünyalarını merak eden, onları dinleyebilen, inanan, güvenen ve sorularına dürüstçe yanıt veren yetişkinlerin özel ilgisine ihtiyaç duyar.
  • gözlenebilir travmatik bir olay olmasa da küçük çocukların bilgi ve becerileri günlük hayatlarında birçok hayalkırıklığı ve acı yaşamalarına neden olur.
  • kendi ağlama ihtiyacımız tam olarak tanımadığımız için tıpkı kendi anne babalarımızda olduğu gibi bizlerde çocuklarımızın ağlamasını engellemeye yönelik güçlü bir eğilim var.
  • çocuklar korktuklarında, kızdıklarında samimi bir öfke nöbeti aracılığıyla duygularını zararsız bir şekilde dışa vurabilecek güveni hissetmediklerinde gürültücü, şiddet içeren yıkıcı davranışlarda bulunabilirler.
  • sıradan ağlamalar gibi öfke nöbetleri de sonsuza kadar sürmez. çocuklar bastırılımış hayal kırıklığı ve öfke duygularını boşaltınca kendi tempolarında susarlar.
  • çocukların öfke nöbeti yaşamalarına ve ağlamalarına izin verilmezse depresif, saldırgan ya da hastalığa yatkın olabilirler.
  • duygusal baskı ve stres birikimide boşaltma dürtüsü doğurur. öfke nöbetlerinden vazgeçirmeye çalışmak, duygusal kabızlığa ve duyguların içe atılmasına yol açar.
  • her çocuğun rahatlıkla öfke nöbeti yaşayabileceği en az bir yere ve en az bir yetişkine ihtiyacı vardır.
  • öfke nöbetleri evde hoşgörülür ve kabul edilirse çocuklar güvenli yerlerinde ağlayıp rahatlayabilecekleri için dışarda öfke nöbeti yaşamaya ihtiyaçları kalmaz.
  • çocuklarınızın hem dışarda hem de evde sakin olmalarını bekleyemezsiniz. çocuk evde ne kadar kendi gibi olursa dışarda başkalarına karşı o kadar terbiyeli görünür.
buraya kadar aldığım notlar çocukların ağlamalarının bastırılmamasına yönelik. ben küçükken ve hatta lisedeyken bile kolay ağlayabilen bir çocuktum ve bu nedenle çevremdeki herkesin benimle alay ettiğini hatırlıyorum. arkadaşlarım, akrabalarım hep yine mi ağlıyorsun? sulu gözlü tahire gibi pek çoğu bana çok acı veren cümleler kullanırlardı ve şimdi fark ediyorum ki ben bu nedenle kızımın ağlamasına dayanamıyorum, onunla alay edilmesi korkusu nedeniyle sürekli ağlamasını durdurmaya çalışıyorum. önce sevecen yaklaşıyorum ağlamaya devam ettiğinde bu öfke ve tehdide dönüyor. bu kitaptan öğreniyorum ki, ağlamasına izin versem çok daha kolay iletişim kurabileceğim.

bir sonraki yazıda ağlamayı kolaylaştırmak ve öfke nöbetleriyle ilgili önerileri ve yorumları paylaşacağım.

sevgiyle:)

21 Şubat 2013 Perşembe

ev pizzası

aslında evde pizza yapılabileceğine inanmazdım bu güne kadar. hatta hiç denememiştim. geçenlerde sevgilini ablası yapmıştı ve aynı tadı vermediğini düşünmüştüm. ama nurlu mutfakta gördüğüm tarifi denemeye karar verdim. ancak hamurun ölçüleri o an elimde yoktu neyse bu seferlik kendi mayalı hamur tarifimle (uyduruk) yapayım dedim, eh güzel oldu galiba. yani severek yedik

malzeme:
hamur için
1 yumurta
biraz peynir altı suyu(yaklaşık 1 su brd kadar)
2 çorba kaşığı zeytinyağı
1 tatlı kaşığı kuru maya (instant değil)
aldığı kadar un

üstü için
1 çorba kaş. domates salçası-1 çay brd. su
1 küçük konserve mısır
1 su brd. kaşar rendesi
1/2 su brd. yeşil zeytin
150 gr mantar
biraz kavrulmuş kıyma (alinazikten artmıştı onu kullandım ziyan olmasın diye)
ve istediğiniz tüm malzemeler

yukarıdaki malzemeler ile hamur yaptım ve mayalanması için 45 dakika bekledim. bu sürede hamur yumuşadı ama tam kabarmadı. hamur ele yapışacak kıvamdaydı. hamurun yeterince mayalandığını düşündüğüm için pizzayı yapmaya 45 dakika sonra başladım. hamuru büyük yuvarlak borcama göre el yordamıyla açtım. bunun için bir avuç kadar zeytinyağı kullandım, böylece hamur elime yapışmadı. sonra üzerine sulandırdığım domates salçası sürdüm ve malzemeleri keyfime göre yerleştirdim. en üste kaşar peyniri rendesini serptim. 60 derecede 10 dakika el mayası aldırdım ve sonra 200 derecede 15-20 dakika arası kaşar kızarana kadar pişirdim. afiyetle yedik.


sevgiyle:)




20 Şubat 2013 Çarşamba

balkabağı tatlısı,

sevgili kabak tatlısını çok sever ama ben bu güne kadar düzgün bir kabak tatlısı yapmayı becerememiştim. bilmem kabaktan, bilmem ben öğrendim bu sefer güzel oldu.

malzeme:
1 kg kabak (büyük dilimler halinde doğranacak)
1.5 su brd. şeker
1 tane karanfil
1 çubuk tarçın

düdüklü tencereye kabakları dizdim, her bir parça kabağın üzerine 1.5. kaşık kadar şeker serptim, tarçın ve karanfili koyup birkaç saat kabağın sulanması için bekledim ve 30 dakika pişirdim. piştikten sonra kabakları borcama dizdim, üzerine kırık ceviz serptim ve 180 derecede 15 dk tekrar pişirdim. sevgili çok beğendi.


sevgiyle:)

16 Şubat 2013 Cumartesi

Doğu'dan uzakta, amin maalouf


amin maalouf'un semerkand romanını yıllar önce okumuş ve çok etkilenmiştim. ancak bugüne kadar çok istemiş olmama rağmen başka bir kitabını okumamıştım. doğu'dan uzakta çok güzel bir roman. hayallerin, umutların, ülkelerin kırılma noktalarını öyle güzel anlatıyor ki amin maalouf, kendisine hayran olmamak mümkün olmuyor. sürgün olanların, geride kalanların yalın dille anlatılan ve belki de bu nedenle derin izler bırakan öyküsü. ülkelerinden koparılanların kırıklığı ve kırgınlığının öyküsü.
içinde bulunduğumuz şu günlerde hissettiğim kırgınlıklarımı anlamlandırabildiğim duygu yüklü bir roman. lübnan, savaş, sürgün, göç, gidenler ve kalanlar ve, ve aklımdan içimden geçenler...


en etkilendiğim diyalog ise;
- arkadaşlar hayallerini olabildiğince uzun süre korumana yardım eder
- ama yine de eninde sonunda bu hayalleri yitirirsin
- tabii, zamanla yitirirsin. ama ne kadar geç yitirirsen o kadar iyidir. yoksa yaşamak için gereken cesareti yitirirsin.


13 Şubat 2013 Çarşamba

ıspanaklı kek, tatlı

bir zamanlar pek meşhurdu ıspanaklı kek, yeşil yeşil fıstıklı gibi görünüşü ile dikkat çekerdi. uzun zamandır yapmamıştım. dün ıspanak yaparken aklıma geldi ve bugün küçük hanıma yaptım. sana yeşil kek yapacağım dedim, nasıl olacak çok merak etti. sunumu ise böcük kolay yesin diye porsiyonluk olarak kağıtta yaptım.

a: sevdin mi keki?
böcük: hı hı ama tadını pek beğenmedim.
anneyi kırmadan beğenmediğini belirtme yolu, kibar olmaya başladı bizim kız.

malzeme:
15-20 yaprak ıspanak (çok az haşlanıp blender ile ezilecek)
2 yumurta
1 su brd. şeker
2 su brd. un
1 pk kabartma tozu
1 brd. süt-zeytinyağ karışımı

yukarıdaki malzemeler ile kek yaptım. kağıtlara paylaştırıp 180 derecede pişirdim. üzerini krem şanti ile böcük süsledi.


günün anlam ve önemine binaen kırmızı kalp tabakta sundum sevgiliye.

sevgiyle:)

12 Şubat 2013 Salı

bebeğe ekmek,

daha önceleri defalarca ekmek yapmayı deneyip başaramadım. bu tecrübeleri birleştirip bebişe tuzsuz ekmek yapmaya karar verdim ve bingo ilk seferde neredeyse istediğime yakın oldu. ama sanırım bunda yeni aldığım borcam baton kalıbında etkisi oldu, ekmeğin kabuğu kurumadan pişti.

malzeme:
1 ç. kaş. kuru maya (instant değil)
1 su brd. yoğurt
1 su brd. kepekli un
1 su bardağından az eksik beyaz un
1/2 çay brd. zeytinyağı

bu malzemeler ile kek hamurundan biraz daha kıvamlı hamur yaptım. hamur elle yoğurulmaya gelmiyor, çatalla karıştırdım. yaklaşık 12 saat mayalandırdım, bu esnada yaklaşık 2 saatte filan karıştırıp havasını aldım. bu esnada mayanın normal aktivitesi sonucu hamur biraz kıvam kaybediyor.  kalıba eskitilmiş (buruşturulup top yapılmış ve açılmış) yağlı kağıt koydum ve mayalanan hamuru kalıba döktüm. aslında bu noktada yarım saat beklese iyi olacaktı ancak vakit yoktu. 200 derece ısınmamış fırına koydum ve yaklaşık 30 dakika pişirdim. süngersi kıvamlı ve kabuğu çok sertleşmemiş bir ekmek oldu. küçük hanım afiyetle yiyor bakalım.


eh bu işi becerir gibi olduğuma göre bundan sonra değişik tarifler dener dururum. ama işin ilginç yanı bu tarifi uydurdum.

sevgiyle:)

11 Şubat 2013 Pazartesi

anne olmanın sevdiğim ve sevmediğim yanları,

pek tabi ki herkes gibi bende çocuklarımı çok seviyorum, ama bazen onlara çok kızıyorum, bazen öfkeden gözüm dönüyor. bu sabah yine böyle kriz anlarından biriydi. sanırım bizim evde yaşamak artık başlı başına kriz olduya neyse. geçecek bu günler diyip avutuyorum kendimi. geçecek benim çocuklarım da sakinleşecek, eşyalarını toplamayı öğrenecek, anne tuvalete gittiğinde dünyanın sonunun gelmediğini anlayacaklar filan diye avutuyorum kendimi.

anneliğin sevdiğim yönleri

  • beraber gülmek, eğlenmek, oyun oynamak (ikisi)
  • dışarıya dolaşmaya çıkmak (ikisi)
  • onlar için değişik tarifler bulup denemek (ikisi)
  • kucağıma atlamaları (ikisi)
  • sabah uyandıklarındaki sevimlilikleri (ikisi)
  • birlikte oynamaları ve bu esnada kikirdemeleri (ikisi)
  • oyuncakalrı toplamaya çalışmaları (büyüğü)
anneliğin sevmediğim yönleri
  •  tuuvalete gittiğimde ağlamaları, kapıda durup sürekli soru sormaları (ikisi)
  •  giyinirken ağlamaları (ikisi)
  • makyaj malzemelerimi karıştırmaları ve bunu fark etmeyip palyaçoya dönmem (büyüğü)
  • oyuncakları toplamaları (büyüğü)
  • çizgi filmler
  • sürekli itiraz hali (büyüğü)
  • o kadar uğraşıp yaptığım yemeği beğenmemeleri (büyüğü ama yeni yeni bazen küçüğü)
  • sürekli ağlama durumu (ikisi)
  • oyun süresinin bittiğini anlamamaları (ikisi)
  • annenin ve babanın kendisine ve birbirlerine ayırmaları gereken vakti sürekli işgal etmeleri (huzurla kitap okumak isitiyorum)
annelik sürekli şikayet ve dır dır eder gibi görünmekte belki ama çocukların gülüşü herşeye değer.

sevgiyle:)

9 Şubat 2013 Cumartesi

huzur nerede?

huzurumu hepten yitirdim son zamanlarda. görünüşte sürekli çalışıyor ama işlerini bir türlü yetiştiremiyor durumdayım. sürekli takvimlere son günler- yapılacak işler işaretleyip, ajandalarda programlar yapıyorum, ama bir türlü sonuçlandıramıyorum. yapacak hep daha önemli işlerim, okuyacak kitaplarım, izleyecek dizilerim var. aklım karmakarışık ve ben bu karışıklıkta boğuluyorum. tek başıma değil tabi ki bu, aile efradı da benimle birlikte çekiliyor diplere. daha tahammülsüz olan ben ve dolayısıyla daha tahammülsüz olan ailem. karar verme güçlükleri, daha da kötüsü karara uyma zorluğu, ya da işin gerçeği karara hiç uymama ve bunun yarattığı içsel sıkıntı. soruyorum kendime huzurum nerede?

hiç bir zaman polyanna bir insan olmadım, genelde bardağın boş tarafını gören bir kötümserim. kolay endişelenir ve bu endişeyi atamam bir türlü üzerimden. ama bu kadar kötü olduğum ve bunun bu kadar uzun sürdüğü başka bir dönemim olmadı galiba. söylenen her söz derin bir sızı bırakıyor yüreğimde. geçecek diyorum, bitecek ama başka bir şey oluyor, birileri bir şeyler söylüyor başa dönüyorum ben en başa. huzurum nerede? evde ise eğer neden bir an önce işe gitmek için delicesine bir istek duyuyorum. işte ise eğer neden eve koşa koşa gitmek istiyorum? soruyorum kendime huzurum nerede?

öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, ne sorunları ne tartışılacak olayları bitiyor. hep her gün bir sorun, hep her gün bir tartışma. kafamı ne yana çevirsem sorun. son zamanlarda en çok içimi acıtan ise ülkemde artık kadının insan olarak görülmeyişi. kadın çocuk doğuran, onları doyuran, temizlik yapan bir köle olarak görülüyor artık. öldürülmesi için gözünün üstünde kaşı olması yeter. şiddete uğraması için bu bahaneye bile gerek yok artık. nasıl doğuracağına, hamile kalıp kalmayacağına, çocuklarını ne kadar süre emzireceğine hep başkaları karar veriyor. nasıl doğurulduğunu, emzirmenin ne olduğunu bilmeyen ve bunu bilebilmesi biyolojik olarak mümkün olmayan erkekler tarafından. biyolojik farklılıklarını üstünlük sanan erkekler tarafından. gerçi bu konuda ben birazda kadınları suçluyorum, her biri paşa oğlumuz, onların gururu çok önemli sanki biz gurursuzmuşuz gibi. sanki sevgilimiz dünyanın hakimi, eşimiz padişah, şiddete uğrayınca affet, ama ama... hep onun adına bahaneler uydur. biz kadınlar hakkımızı korumayı bilmiyoruz, üstelik bir erkeğin bu tavırlarının haksızlık-hadsizlik olduğunu bile bilmiyoruz, sineye çekiyoruz şiddeti, aman yuvam yıkılmasın, yuvayı dişi kuş yapar ne olsa. aman ağzımın tadı kaçmasın, aman çocuklarım daha iyi koşullarda olsun. bunu düşünürken haklarından feragat ediyor kadın ve sonra işte son zamanlarda her gün haber olan, belki de bizim duymadığımız ne kadar çok, kadın cinayetleri. ve sonra morali bozulan, tüm o kadınların sıkıntısını yüreğinde hisseden, huzuru kaçan ben. yazılacak, söylenecek çok fazla şey var ama söylemeye mecal yok.

Nazım'ın dediği gibi sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen.

tüm bunların değişmesi ve gerçekten eşit bireyler olmak umuduyla:)






8 Şubat 2013 Cuma

kadın cinayetlerine son

http://www.change.org/tr/kampanyalar/cbabdullahgul-kad%C4%B1n-cinayetlerini-durdurmak-i%C3%A7in-t%C3%BCm-yetkililer-g%C3%B6reve


bu adresten kadın cinayetlerine son diyebilmek için imza kampanyasına katılabilirsiniz. geçen sene kadının ikinci sınıf vatandaş olarak görülmediği bir dünya-ülke dilemiştim, bu sene sadece kadın olduğu için öldürülmemeyi diliyorum. sadece kadım olduğumuz için eziyet çekmeye son

7 Şubat 2013 Perşembe

patlıcan söğürmesi,

zevkle yenen bir patlıcan yemeği daha. patlıcan söğürmesi ya da söndürmesi. antep'te patlıcandan pek çok çeşit yemek yapılır. salatası, ekşilisi, dolması falanı filanı ama benim en sevdiğim söğürmesidir. ben annemden adını söğürme olarak öğrendim ama söndürme denildiğini de duydum. bol acılı yerken ağzın kulaklara vardığı kulaklardan da ateşin çıktığı bir yemek.

malzeme:
1 kilo közlenmiş patlıcan
3 tane orta boy soğan
acı biber (acısı makbuldür ama kendi damak tadınıza göre koyun)
tuz
üzerine sarımsaklı yoğurt

soğan közlenmiş patlıcan ve acı biberleri az yağla kavuruyoruz, sarımsaklı yoğurtla servis yapıyoruz. ben yazdan közleyip kaldırdığım patlıcanları kullanıyorum, böylece kışında bu lezzetten mahrum kalmıyorum.


sevgiyle:)

1 Şubat 2013 Cuma

bebeğin 7. ayı,

o artık çocuk-bebek, evet yedinci ayımız bitti ve bu ay yaşadığımız değişimler inanılmaz. bi kere artık çoğunlukla desteksiz oturan ve sürekli oyun oynamak isteyen bir velet oldu artık küçük bebeğim. koyduğum yerde bulamadığım nesne devamlılığını kısmen kazanmış olan ve bu nedenle kanepeden düşen oyuncağım peşinden eğilip düşme tehlikeleri atlatan, sağa sola dönüp yüzüstü veya sırt üstü dönmeyi bir türlü istemeyen ama sırtüstü köprüler kurup artık kendini kaydıran bir velet. artık çok daha dikkatli olma vakti geldi, çünkü bebeğin motor becerilerindeki gelişme 7. ayda sıçrama şeklinde ve bebek değil- çocuk değil arada kalmış bir varlık 7. aydaki bebek. bir çocuk kadar hareketli değil ama bir bebek kadar da sakin değil. artık oyuncakların peşinden gitme isteği ve bunu henüz başaramama bir arada.
bu ayda hızla gelişen bir diğer durum ise sürekli aaaaaaa diye bağırma ve ses tanıma çalışmaları ve aynı zamanda çıkarılan farklı heceler ve harfler. konuşmaya yönelik ilgimiz çok fazla. haaa, hee, ge, gi, annn, ba gibi heceleri çıkarıyor ve iştediği bişey olmayınca ya da ulaşamayınca hıfff gibi bir ses çıkarıyor. bu durumda ablasının bi sus çığlıklarıyla karşılaşıyor ama olsun.
yemek yemeği seven bir bebiş, günlük düzeni şöyle: sabah 7 civarı kalkıyor ve emiyor ara ara bu 9.30a kadar böyle, 9.30 gibi kısa bir uyku ve uyanınca evde yapılmış bebe bisküvisi-peynir-ceviz ile kahvaltı bunları şimdilik pütürlü bulamaç halinde yiyor. portakal suyu veya ıhlamur ile yapılıyor bulamaç, bu hafta yumurtaya başlandı. sonra saat 13 gibi tekrar uyku ama bu uzun biraz kalkınca sebze çorbası ya da haşlanmış tavuk veya ne yapılmışsa onu yiyor. sebze çorbasına 1 çorba kaşığı kadar et de konuluyor artık, eti yağsız ve sinirsiz iki kere çekilmiş kıyma. tavuk ise but ya da göğüs iyice haşlanmış ve az tavuk suyuyla ezilmiş. bazen yoğurt çorbası da yiyor. genellikle bunları dönüşümlü olarak veriyoruz. bazen haşlanmış tavuğu didikleyip suyuyla ve pirinçle tekrar pişiriyoruz bunu da verebiliyoruz. öğünleri bir küçük kasenin 3/4'ü kadar. bu öğünüde yiyip bir kısa uyku daha çektikten sonra akşam oyunları için hazır hale geliyor. akşamları genellikle 8.30-9 gibi yatıyor. bazen yatmadan önce yoğurt ya da muz yiyor. bunun dışında emmeye devam ediyor. beslenme düzenimiz böyle. besinleri şimdilik biraz karışım halinde veriyoruz (bize kolay oluyor), ekmek henüz vermiyorum. kemirmesi için marulun beyaz kısmı, maydanoz sapı ya da yeşil soğan kullanıyor. havucu ezemediği ve tat alamadığı için sevmedi. öğünleri bazen ana kucağında bazen mama sandalyesinde yiyor. ancak geceleri biraz sık kalkıyor emmek için, sanırım beni özlüyor, 10 dk kadar emiyor ama bu esnada o uyuyor oluyor. bunu nasıl başardığını hiç anlamadım.
bütün bunların dışında ablayla oyun oymamaya bayılıyor ama babası eve gelip önce ablayı kucaklarsa kıyamet kopuyor. sadece büyük değil küçükte kıskanıyormuş:)
kitap okumaya başladık, şimdilik kitapları yeme isteği var ama olsun. değişik dokuları olan bir kitabımız var artık. 

küçük bebeğim büyüyor ve ben yine bir mucizeye tanıklık ediyorum.

sevgiyle:)