11 Temmuz 2016 Pazartesi

okul ve oyun...

buraya geldiğimizde bizim için en önemli noktalardan birisi çocukların oynayacağı parklardı ve ne yazık ki burası bir üniversite kent olduğu için ilk öğretim çocuklarına göre çok fazla aktivite yok. ancak evimize yakın bir ilkokul var ve çocuklar okul bahçesinde oynuyor. ancak okul bahçesi deyince zemini asfaltla kaplı, on çocuğun birbirine çarpmadan koşamayacağı bir yer gelmesin aklımıza. okulun bahçesi 3 futbol sahası büyüklüğünde ve tamamen çim.


oynamak için tırmanma, koşma, denge tahtası, salıncak ve kaydırak ve hatta koşu parkuru var. hatta bizim gibi çocukken uzay kafesi görmemişler bile hadi deyip tırmanıyor tepesine.


türkiye'de okullarda salıncak olsa ne güzel olur demiştim. bir öğretmen arkadaşım çocuklar düşer başımıza iş çıkarma demişti. burada yaklaşık 30 tane salıncak var ve bizimkiler gibi aşırı güvenlikli değil. sadece iki tanesi güvenlikli, bir tanede engelli arabası bindirmek için salıncak var.


okul sadece derslerin değil hayatın öğrenildiği yerdir diyerek yapılmış sebze bahçeleri harika, permakültür esaslarına göre dikilmiş, çevreye saygıyı içeren sebze yetiştirme etkinliği (domatesler kızardı bu arada). ayrıca çeşitli (şeftali, elma, böğürtlen vs.) meyve ağaçları var örnek olarak büyütülen. böylece karpuzun ağaçta değil toprakta büyüdüğünü öğreniyor çocuklar. 


tırmanma zımbırtıları 4 farklı yerde ve 5 farklı biçimde. bizimkiler başlangıçta maymun parmaklıkta yürüyemiyorlardı, şimdi pire gibiler. 


bahçenin serbest oyun alanının bir bölümü. üstelik herhangi bir duvarla çevrili değil, bahçe ile yol birbirine hayli uzak ve sadece yakın olan bir bölümde ani düşme veya yuvarlanma olmasın diye tel var. bahçe girişinde burada genç akciğerler var, sigara içmek yasaktır yazıyor. okul ağaçların arasında ve hemde yola yakın bahçede su sebili, yere çizilmiş abd haritası, sek sek oynama alanları, oturmak için banklar, küçük kuş evi şeklinde kitaplık ve en önemlisi seyyar tuvalet var. 

yani bizde olmayan her şey burada okulun bahçesinde. bizim 50 m2 yere sıkışmış parklarımızı düşününce yazık bizim çocuklarımıza diyorum. 



9 Temmuz 2016 Cumartesi

yeni mottom

ANLATILMAYAN HAYAT YAŞANMIŞ SAYILMAZ...

Kuzey kitabını okurken en sevdiğim cümle bu oldu sanırım. üzerinde hep düşündüğüm bu cümle. eskiden arkadaşlarımızla derin derin sohbet ederdik, anlatırdık aklımıza gelenleri. günlük tutardık mesela anlatamadıklarımızı-anlayamadıklarımızı kendimize anlatabilmek için. artık zaman değişti. anlatmak için blogları (ağ günlüğü) kullanıyoruz.

başlangıçta bende anlaşılmayan, ya da paylaşması benden başka kimseyi benim kadar heyecanlandırmayan ama paylaştığımda çok mutlu hissettiğim için açmıştım bu ağ günlüğünü. sonra bir dönem ihmal ettim. kendimi ihmal ettiğimi ise sonradan fark ettim. aslında buna neden birazda telefon ve sosyal medya oldu. çünkü telefon akıllı olunca bilgisayar çok açılmıyor, telefonda ağ günlük yazısı yazılmıyor, birazda vakit alan bir iş sonuçta. dönüş çok kolay olmadı olmuyor. ama çabalıyorum anlatmak için. kimse okumasa ben içimi dökmüş oluyorum fena mı? hem anlatmazsam gördüklerimi, okuduklarımı, yaptıklarımı bu dünyadan bir tuba geçmiş kim bilecek...

4 Temmuz 2016 Pazartesi

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, Barış Bıçakçı

iletişim yayınlarından çıkmış 136 sayfalık bir kitap bir süre yere paralel gittikten sonra. okuduğum ilk barış bıçakçı kitabı. kısa ama biraz karışık bence. kişiler arası geçiş çok hızlı ve bu nedenle anlaşılması zor. bu karakter hikayeye neden girdi anlaması zor geliyor. ama çok sağlam bir underground yapısı var. sistem eleştirisi fazlaca. aile yapısına ya da aile içi bağnazlığa farklı bir bakışla dikkat çekiyor.


hikayede başak-umut-türkan ailesi sistemin dışında kalan ve bu nedenle klasik bunalımları olan ya da bazı bunalımlara sahip oldukları için anlaşılmayan ve sistem dışında kalan aile. umut'un arkadaşı abidin dönem dönem anlatıcı ve seyirci bazen ise hikayenin ana kahramanına dönüşen yan kahramanı, selma bedeni yaşamaya devam eden ama ruhu ölmüş bir zavallı. canan ve ayla sisteme sıkışmış iki insan canan çıkmaya çalışsa da ayla temizlik yaparak bastırılan dünyasını yok eden türk annesi.

hikayede yer alan kişiler farklı adlarla pek çok son dönem yazarının değindiği temel türk yazın karakterleri oldular. ancak bir süre yere paralel gittikten sonra bunlara rağmen insanda nasıl yani kargaşasını oluşturabilen güzel bir kitaptı. ayrıca bence intihar eden başak değil umut'tu ama kurtarılmıştı ve başak onun ölen yönünü temsil ediyordu. okunmaya değer puanın 8/10.

"ona bir gün her şeyi anlatabileceğimi düşünüyorum, hep beraber içinde bulunduğumuz bu cehennemi, bu sıkıntıyı, bu intiharı..." (13)

"en ufak bir hayat belirtisi bile göstermiyorlardı, ne garip yaşamaya değil ceza çekmeye gelmiş gibi görünüyorlardı." (21)

"herkes kendisinden daha neşeli ve daha hızlı görünüyordu. bütün şehir neşeliydi. onunsa içinde berbat bir mağlubiyet hissi vardı." (28)

"güzel bir anı gelecekte yeniden yaşamayı güvence altına alarak elde edilen mütevazi bir sonsuzluk duygusu." (44)

"iyi biri olmak, benden daha kötü birine yardım etmek, mezarlığa gide gele kazanılan meleksi ve mermersi bir iyilik... hayat devam eder. bazı çiçekler susuzluğa ve unutulmaya dayanır. hayat her zaman devam eder, bunu herkes bilir." (55)

"özlemek duvarları en yüksek, kaçılması en zor hapishaneydi." (58)

"bir duygunun ifade edilmesiyle, adının konulmasıyla kınından çıkan bıçak gibi keder..." (61)


3 Temmuz 2016 Pazar

zamanı kullanmak,

burada gerçekten dünya çapında ünlü ve muhtemelen nobel ödülü alabilecek düzeyde çalışmalar yapan bir hocanın yanında çalışmaya geldim 3 aylığına ve 3 ayın ne kadar kısa  bir zaman olduğunu anladım. bir çalışma yapmak için çok kısa ama yeni şeyler öğrenmek için yeterince uzun. en azından başka bir hayat mümkün demek için. bizi soktukları saçma sapan kısır döngüler ve tartışmalar içinde nasılda kaybolduğumuzu anlamak için. kendi kaybolmuşluğumuz içinde yeni bir yol bulmak, çıkışı görmek için üç ay gayet yeterli bir zaman.

evet 3 ay bilimsel bir çalışma yapmak için gerçekten kısa. burada zaten bir ay laboratuvar eğitimleri ile geçtiği için zamanım daha da kısa, ama insanların zaman yönetimi harika.
hoca bana dedi ki şu deneyleri yapmanı istiyorum ve bunlar 6 hafta sürecek. biri işe başlarken ne kadar zaman alacağını öngörebilmek harika bence. bizim toplumsal olarak en büyük eksiğimiz bu, bir işin ne kadar zamanda biteceğini bilemiyoruz ve çoğu zaman göç yolda düzelir diyerek yola çıkıp sonra yön değiştirip sonunda başladığımız noktadan çok uzak bir yerde artık yeter diyerek işi bitiriyoruz. oysa burada insanlar hangi işten hangi grafiği bulacaklarını bile bekleyerek işe başlıyorlar. dolayısıyla hatalı giden bir noktayı çok daha çabuk fark edip, sorunu daha hızlı çözüyor ve daha kısa zamanda daha fazla iş yapabiliyorlar. bu nedenle hem zaman yönetimleri hem insan yönetimleri çok başarılı ve dolayısıyla bilimsel olarak ilerideler ve bu dünyadaki üstünlüklerinin nedeni aynı zamanda.

yanında çalıştığım hoca bu yıl 45 makale yayınlamış, neredeyse haftada bir makale, 2 hafta xmas tatili, iki hafta tatil yapsa zaten her haftaya bir makale düşüyor. merak ediyorum türkiye'de yılda 45 makale okuyan kaç tane hoca var.

biz bu doğru düzgün zaman yönetimini beceremediğimiz için, elimizden iş çıkmadığı için, görünürde çalışıp gerçekte vakit öldürdüğümüz için aynı yerde sayıp duruyoruz.

buradaki çalışma koşulları, şimdiye kadar gördüğüm kadarıyla işin bitmesine odaklı ve iş zamanı tam konsantre olarak iş yapılıyor, dinlenme zamanı iş düşünülmeden sadece eğleniliyor. biz ise iş zamanı eğlence, eğlence zamanı ise iş peşindeyiz ve ne işimizde başarılı olabiliyoruz ne de hakkını vererek eğlenebiliyoruz.

buradan öğreneceğim en önemli şey bu olacak belkide iş zamanı iş- eğlence zamanı eğlence, ne işini ihmal et ne kendini. iş yönetimine dair öğrenip kendi işlerimde uygularsam ne güzel olur.