31 Aralık 2013 Salı

kendimle muhasebe,

2013 yılı zor çok zor bir yıl oldu hepimiz için, öylesine garip olaylar yaşadık ki, ismail abi deyişiyle olaylar olaylar olaylar idi. bu ülkede yaşamaktan utandık, bu ülkede yaşamaktan bıktık, bu ülkede yaşadığımız için umutlandık. ama genel olarak hiç birimizin beklentisini karşılamayan üzüntü-öfke dolu bir yıl yaşadık.

2013 yılına ait hedeflerimin hiç birisini gerçekleştiremedim. kimi zaman üzüldüm, kimi zaman kızdım ama hep kendimden yedim. hedeflerin hepsi kaldı 2014'e. bu nedenle 2014'ten çok somut şeyler bekliyorum

  • işimle ilgili: bekleyen makaleleri yazıp yayınlamak ve onların düşüncesinden kurtulmak
  • evimle ilgili: daha düzenli olmayı başarmak
  • böcüğümle ilgili: okuma-yazmayı öğrenmesi ve günlük tutmaya başlaması
  • börtümle ilgili: kendisiyle ilgili gelişmeler çok güzel ama konuşmaya başlaması ve daha az ağlaması
  • sevgilimle ilgili: tayin olması ve birazda eski günlerimize kavuşmak
  • annemle-babamla ilgili: sağlıklarının bozulmadan bu halleriyle bir yıl daha yaşlanabilmeleri
  • kayınvalidem-kayınpederimle ilgili:  sağlıklarının bozulmadan bu halleriyle bir yıl daha yaşlanabilmeleri
  • görümcelerimle ilgili: bizim hayatımızın başka başka olduğunu kabullenebilmeleri
  • hayallerimle ilgili: en azından onları yitirmemek
  • ülkemle ilgili: saçma sapan politik oyunların bittiği, demokratik, özgür yaşanabilen bir ülke olmayı başarmak
ayakkabı kutularınız dolu olsun helal ile
sevgiye:)

23 Aralık 2013 Pazartesi

yitik

ülkemde olan biten öyle çok yakıyor ki canımı, artık bu ülkede yaşamaktan çok çok çok yoruldum. canımın acımasından, her gün bir garip habere üzülmekten yoruldum, bıktım.

bugün ülke gündeminden uzak kalmak istiyorum, ama kalamıyorum. bir gün olsun huzurlu bir ülkede yaşamak istiyorum. bir gün olsun yine kim neyi ne kadar ne zaman gibi sorulardan uzak kalmak istiyorum. küçük bile olsa toplumu mutlu edecek bir şeyler olmasını istiyorum. bir tek gün huzur istiyorum.

gündemi takip edemiyorum artık, normal bir ülkede yaşansa aylarca konuşulacak olaylar her gün gerçekleşiyor. artık güzel bir ülke olduğumuzu da düşünmüyorum zaten. güzel insanlar da değiliz.

inşallah bir gün huzurla...

4 Aralık 2013 Çarşamba

bunalmış...


bekledi hep bekledi işler yoluna girsin, hem dışarıda hem de kafasının içinde sessizlik olsun. düşünceler dönüp durmasın peşinde.
dışarıdaki gürültülerden öyle çok yorulmuştu ki. sürekli bağrış çağrış-itiraz-ağlama. bitmek bilmeyen beklentiler. fedakarlık yapmaktan herkesin isteğini ayrı ayrı yerine getirmeye çalışmaktan yorgun düştü. böyle anlarda kendini bir bahçede hayal etmeye başladı. sakin bir bahçe köşesi, kuş cıvıltıları, güllerin kokusuna karışan yosun kokusu. belki fonda çalan sakin bir müzik. kaçış mekanı. gürültüden, işlerden belkide kendinden.
içindeki gürültü ise bu sakinliği yaşamasına engel olacaktı. yapmadığı yapamadığı için sürekli huzursuz eden işlerden bunalmıştı. kafasında dönüp duran işler, huzursuz olduğu için yapamadığı, yapamadığı için huzursuz olduğu işler.
her şey yoluna girecek, buna inanır kendimden vazgeçmezsem herşey yoluna girecek, diye düşündü. düşüncelerini serbest bıraktı, işlerini sıraladı.

3 Aralık 2013 Salı

gitmek istediğim o yer,

ilk aklıma gelen kamboçya idi. fotoğraflardaki muhteşem tapınaklar, pus, yağmur, sanki kaybolmuşluk hissi. evet gerçekten kaybolmuş bir yer gibi. sanki dünyada değil. diğer tarfatan aynı derecede korkuyorum vahşetinden. vazgeçiveriyorum bazen.

sonra düşündüğüm yer barselona idi. henüz gidemedim ama günün birinde belki de bir kaç yıl içinde.

birden aklıma düşen ise hindistan oldu.

sonra emeklilik hayalimi hatırladım yeniden: gemi ile dünyayı gezmek. yani ben her yere gitmek istiyorum. gitmek istediğim tek bir yer yok. okuduğum, izlediğim, gezdiğim ölçüde varım ben. kültürel olarak büyüdüğüm ölçüde

sevgiyle:)

2 Aralık 2013 Pazartesi

bir kitap, bir sayfa, bir satır

bu küçük haşarı her duyduğunu belliyor, yanılmadan da yineliyor. ne kadar da hızlı büyüyor küçük kızım benim. benim için hala küçümen ama kocaman bir dünya diğer taraftan. doğduğu gün daha dün gibi aklımda, minicik parmakları, meme arayan ağzı, sararan beni üzen rengi. şimdi şeker mi şeker, o minicik parmaklar gözünü-kulağını gösteriyor. minicik eller gözünü kapatıp ceee yapıyor. yürümeyi öğrendi de bez getir deyince odasından bez alıp muşambayı yere açıyor. yemek yemek için delirip sadece önlüğü taktığında kendi yemesine izin verdiğimiz için hiç itiraz etmiyor, kaşık kullanmayı öğrendi bile. abla gibi olmak için büyük çaba gösteren miniğim her gün öğrendikleriyle beni şaşırtıyor. daha dün doğmamış mıydı miniğim ne zaman büyüdü bu kadar. ne kadar daha büyüyecek, nasıl da geçecek zaman. biz yaşlanacağız o büyüyecek ama benim aklımda hep o minik kibrit çöpü parmaklar, leblebi gibi ayaklar kalacak. seni çok seviyorum minik kızım, bunu hiç unutma.

ilk cümle en sevdiğim kitaplardan olan şeker portakalından. sevgiyle:)

1 Aralık 2013 Pazar

bir varmış bir yokmuş


blog firtinasi odev 1

bir varmış bir yokmuş
develer tellal iken
pireler berber iken
ben annemin beşiğini
tıngır mıngır sallar iken
annem düştü beşikten
babam koştu eşikten

eskiden masallar böyle başlardı, eskiden insanlar bir oda içinde 5-6 çocukla birlikte yaşardı. bugün düşündüm durdum nasıl uyur, nasıl ders çalışır, tuvalet sırasını ne yaparlardı? anne-baba olmak daha mı zor daha mı kolaydı?

bir varmış bir yokmuş, bir anne baba 9 çocuğuyla beraber küçük bir oda içinde yaşarmış. bu zavallı anne üstelik bir de dokuz çocuk kaybetmiş, dile kolay 18 hamilelik kimileri doğumla kimileri düşükle sonuçlanan 9 kayıp. anneciğin içine oturan, parmağından hiç çıkmayan küçüçük kıymıklar. ama insan öyle ki, zamanla kıymık üzerine doku yapıp onu kocaman bir çıban haline getirdiği gibi kadıncağızın küçücük kıymıkları da büyümüş büyümüş irinli çıbanlar oluvermiş. 9 ayrı çıban, dokunanı yakan, zavallı anneciğin dahi farkında olmadığı hem kendini hem de çevresindekileri yakan 9 ayrı irinli çıban. annecik o kadar kanıksamış ki bu durumu, bunun farkında olmadan öyle uzun zaman geçirmiş ki çıbanlarından sızan irinleri farkında bile olmadan herkese bulaştırmış. zavallı annecik nasıl da bir zincirleme reaksiyona yol açtığını bilememiş hiç. hayatta yaşanan öfkelerin hep içinde kaldığını, öfkeyi hep başka bahanelerle başkalarına aktardığını, o başkalarının da aldıkları öfke yükünü kendi çevrelerine taşıdığını. nereden bilsin zavallı annecik, neredeyse her sene hamilelik yaşamaktan ve doğum yapmaktan, çocuklara bakmaktan, iş görmekten, tarlada tapanda çalışmaktan, kocasının keyfini yapmaktan fırsat bulamamış ki kendini anlamaya dinlemeye. kim bilir belki de böylesi daha iyiymiş.

kadınlar eskiden de günümüzde de hep çalışmak zorunda. evde çalışırlar, işte çalışırlar, güya ev kadını olanlar bağda bahçede çalışır hayvanların bakımını yapar, yemek yapar, çocuklara bakar, temizlik yapar, bir de bu kadar işin içinde gezme gezer. çalışan kadınlar ise işten çıkar koşarak eve gelir çocuklara bakar, yemek yapar, temizlik yapar, çamaşır yıkar. yani kadınlar her zaman çok çalışır. köle gibi çalışır. ama adına hiç sen bizim kölemizsin denmez, hep annelik çok yücedir, kadınlar çok değerlidir. iyi de dünyada rahat edemedikten sonra ne yarar? bir tek gün hasta olma hakkını kullanamadıktan sonra neye yarar?

kadınların eğitimleri o irinlerin oluşmaması ve başkalarına aktarılmaması yani toplumun refahı için gerekli ve yeterlidir.

sevgiyle:)






30 Kasım 2013 Cumartesi

kasım ayı yazarı: yaşar kemal, okuduklarım



aslında daha fazla kitap okumayı hedeflemiştim ama olmadı bir şekilde. sadece 2 kitabı okuyabildim. ancak genel olarak şunu söylemeliyim, yaşar kemal'in dilini karmaşık buldum, hatta yazarken imgeleme yapacağım diye kasılmış bence. ne haddime yaşar kemal'i eleştirmek ama olmadı işte okurken çokta fazla zevk almadım ben. imgeleri anlamaya çalışmaktan yoruldum. bazı kelimeler sanki uydurulmuş gibi. ben çok zevk almasam da okurken ustanın büyük olduğu hikaye anlatımından belli. anlatılan öykü çok hoş çok güzel.

okuduğum birinci kitap ağacın çürüğü:

yaşar kemal'in 1959-1978 arası çeşitli gazetelerde-dergilerde çıkan yazıları ve söyleşilerinin derlemesi. bazı yerlerde sonuna kadar hak verdim yazdıklarına bazı yerlerde sevmedim düşüncelerini. ama şunu gördüm o zamandan bugüne çok fazla bir değişiklik yok konuştuklarımız da. hala aynı sorunlarla boğuşup duruyor güzel ülkem. diğer taraftan ne kadar çok değiştiğimizi de görüyoruz. tartışılan konular aynı olaylar farklı. bazı konular tamamen ortadan kalkmış (köy enstitüleri mesela ama eğitimle ilgili tartışmalar son sürat devam ediyor ülkemde) ama esas sorunlar olduğu gibi duruyor yerinde. en sevdiğim yazı okuma hakkı oldu ve şu cümle beni derinden etkiledi: ihtiyaçlar insan aklı erdikçe artar, ihtiyaçlar arttıkça insan çalışmak zorunda kalır.

okuduğum ikinci kitap ise filler sultanı ile kırmızı sakallı topal karınca:

ustanın 1980 yılında çıkardığı bu romanda filler sultanını yenmeyi başaran kırmızı sakallı topal karınca, karınca ve filler ülkesinde olan biten anlatılıyor. filler ülkesi ve karıncalar ülkesi üzerinden sömüren ve sömürülen ülkeleri ve o ülkelerin mücadelerini anlatıyor. işte tam da burada benim için problem başladı. filler ve karıncalarla ne demek istediğim tam anlaşılamadı o yüzden insanfiller-insankarıncalar hatta filinsanlar-filkarıncalar üzerinden aynı şeyi bir daha anlatayım, hadi bir imge daha katayım derken kafam karıştı. yalın bir dil yerine sıkıcı bir anlatım var bence.

yıllar önce ince memed'i okurken bir arkadaşım birinci cildini okusan yeter, diğerlerinde de hep aynı şeyler anlatılıyor demişti. dört cildi de okuduktan sonra ona hak vermiştim. şimdi yeniden okuduğumda yine aynı şeyleri düşündüğümü fark ettim. ama yine de diğer kitapları da okuyacağım.

sevgiyle ve kitapla:)







25 Kasım 2013 Pazartesi

keşke

güzel kızım, okumayı öğrendiğinde okursun buraları belki, sen okuduğunu anlayacak yaşa gelene kadar ben içimi döker miyim buralara bilmiyorum? bildiğim tek şey senin zannının aksine seni çok sevdiğim ama seninle bana ya da ilişkimizde yoluna gitmeyenlere çok zor katlandığım. son zamanlarda beni zorlamak-bağırtmak-çileden çıkarmak için elinden geleni yapıyorsun ama sen inanmasan da ben seni çok seni çok seviyorum. bir sürü keşke biriktirdim bu akşam bana zaten benim annem yok ki dediğinde. bu keşkeler seninle ve benimle ilgili, daha çok benimle çünkü burası benim hakimiyetimde sonuçta

keşke;

  • daha az sinirli bir anne olabilseydim sana karşı
  • ikinizden birini değil ikinizi de çok sevdiğimi gösterebilseydim
  • isteklerini anlayıp yerine getirebilseydim
  • kendimi bu kadar ihmal etmeseydim
  • vaktimi doğru düzgün planlayıp her şeye yetişen süper anne olabilseydim
  • süper anne olmaya çalışıp delirmeseydim.

22 Kasım 2013 Cuma

zeytinli puf poğaça,

hamuru kendi bildiğim usul mayaladım, şeklini tombul tariflerde anlatıldığı üzere yaptım. oradaki kadar güzel olmadı ama pufidik, yumuş yumuş bir poğaça oldu. 

malzeme:
2 yumurta (birinin sarısı üzerine)
1 su brd ılık su
1 su brd süt-zeytinyağı karışımı
1.5 tatlı kaşığı kuru maya
1 tatlı kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı tuz
aldığı kadar un
tereyağ
içine istediğiniz herhangi bir şey

mayayı ılık su ve şeker ile aktifleştirdikten sonra tüm malzemeler ile hamur yaptım. hamur mayalanınca cevizden biraz büyük parçalara ayırdım ve her bir parçayı fincan tabağı boyutunda açtım. sonra arasına tereyağ sürdüm ve üçer üçer grupladım. her bir grubu tekrar büyüterek açtım. rulo yaptım ve 2 cm eninde kestim, elimle bu parçaları biraz yaydım ve dilim zeytin ile poğaça şekli yaptım. üzerine yumurta sarısı sürüp pişirdim. afiyetle yedik:)


sevgiyle:)

19 Kasım 2013 Salı

çocukluk sırrı, adem güneş



bu kadar boş bir pedagoji kitabı daha önce okumamıştım doğrusu. yazar anadolu pedagojisi dediği birşeyde aslında anneyi mahalle baskısı altında tutuyor. çocuğuınuz kızmayın onu cezalandırmayın diyor ama disipline edebilmek için bir öneriye sahip değil ya da ben o öneriyi çıkaramadım. bence yazarın en büyük eksiklerinden birisi de yeterince kaynak vermemiş olması ki bu durum anlattıklarının aslında ailesinde-çevresinde ya da dahil olduğu gruplarda duyduklarıyla biraz da eğitimi sırasında okuduklarını birleştirdiğini düşündürdü bana. o yerden yere vurduğu batı pedagojisindeki kitaplarda yapılan çalışmalar, başka pedagogların fikirleri hep referans olarak gösteriliyorken yazarın referansı saidi nursi. bu noktada bilimsel temellere dayandığını düşünemedim ben. ben de çocuğumun ahlaklı ve terbiyeli, doğru düzgün(bana göre) olarak yetişmesini isterim ancak anadolu pedagojisi dediğiniz şey çocuğa bunu sağlamaz zaten anadolu ile ilişkisi yok. yazarın anadolu pedagojiji dediğinde anlattığının peygamber efendimiz ya da dört halife döneminden olması coğrafya bilgilerinin zayıflığı hakkında da bilgi veriyor. kısacası dini duygulara hitap ederek yazılmış ve bence pedagoji değil de toplumsal değerler ile bağdaştırılmış bir kitap. ayrıca kitapta anne çok yüce gibi anlatılırken aslında yerin dibine sokuluyor ve anne üzerinde büyük bir baskı oluşturuluyor. erkek egemen anlayış yazarın hayatında büyük role sahip. bizim okumayan araştırmayan toplumumuza ise çok fazlasıyla hitap ettiği de ne yazık ki gerçek.

ben şahsım adına okunmasını tavsiye etmem. sevgiyle:)


12 Kasım 2013 Salı

bir yeşilin peşinde, asım zihnioğlu

yıllar önce edinmiştim bu kitabı. o zamanlar biraz okudum sonra sıkıldım bıraktım. pinuccia'nın yaz okuma şenliği kapsamında tekrar okudum.
 
yıllar geçtikçe insan olgunlaşıyor, büyüyor, farklı düşünmeye başlıyor. o zamanlar sadece bir adamın yaşam oyküsü iken şimdi cumhuriyetin çalışkanlığının ve bunun kaybedilişinin öyküsü benim için bir yeşilin peşinde.

asım zihnioğlu, zihni derin ile birlikte rize'de ilk çay bahçeleri kuruluşundan 1960lara kadar olan dönemi ve kitabı yazdığı 1990lı yıllarda her şeyin nasılda değiştiğini anlatmış aslında. okurken biraz sıkıcı, kafası dağınık bir adamın birbirine bağlamaya çalıştığı hikayeler ama başarılan veya başarmaya çalışılan iş öyle büyük ki bu dağınıklığı unutturuyor.

ilk kez 1924 yılında dikilmiş çay fidanları ve 1936 yılından sonra çaycılığa büyük önem verilmiş ve çalışmalar müthiş bir titizlikle yürütülmüş. bunun için yıllar süren eğitimler (hem çiftçinin hem de çaycılıkla ilgilenen insanların) yapılmış ve çaycılık belli bir noktaya gelmiş. o zamanların raporlarından anlaşılan çok kaliteli çay yetiştirildiği, şimdi ise ben kaliteli çay içtiğimizi düşünmüyorum. bence şu sıralar bizim içtiğimiz sıcak suda bekletilmiş dal parçaları.

yazar cumhuriyeti hala ayakta tutan ilk dönem çalışkanlarından ve büyük övgüyü hak ediyor tabi ki, diğer taraftan politika ve bilgisiz ve geleceği göremeyen politikacılar nedeniyle verilen emeğin nasıl heba edildiğini söylemekten geri durmayan bir cesur yürek. şimdi olsa belki çok daha sert tepkilerle karşılaşırdı.

bir keşke eklemeden geçemeyeceğim, daha derli toplu anlatılsaydı keşke tüm olanlar, çaylıklar nasıl kuruldu ve nasıl dallıklara dönüştü. bölgeyi kalkındırmak için ne çileler çekildi ve karşılığında türkiye'de genelde olduğu gibi nasıl bir ceza verildi. devrim arabalarında en unutamadığım repliktir "türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz", ve bu kitabı okurken hep aklıma geldi bu replik. türkiye'yi hala ayakta tutan ise böylesine çalışkan insanların her türlü zorluğa rağmen göstermiş oldukları çabalar. şimdi bize düşen onlara layık olduğumuzu gösterebilmek adına daha çok çalışmak.

asım zihnioğlu ismini googleda arattığınızda kendisi ile ilgili detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz ve eğer kendinizi cumhuriyet çocuğu olarak görüyor ve cumhuriyet değerlerine sahip çıkmak istiyorsanız yol gösterici olması açısından o dönemde çeşitli alanlarda çalışmış insanların yaşam öykülerini okumanızı öneririm.

sevgiyle:)

6 Kasım 2013 Çarşamba

keşke herşeyi dosdoğru söyleyebilsen be evladım,

böcüğün karnı ağrıdığında aslında servisteki arkadaşlarına kızmıştır, başı ağrıyorsa ödevini tek başına yapmak istemiyordur. yani bir sorun olduğunda bunu bambaşka bir şekilde ifade eder ve ben sorunun gerçekte ne olduğunu bulmak için şekilden şekile girerim. bu durum artık beni yormaya başlamışken aletha solter'ın kitabında okudum ki aslında bütün çocuklar öyle çünkü sorunun ne olduğunu kendileri de bilemiyorlar ve öfkelerini bu şekilde açığa çıkarıyorlar.
yani karın ağrısının nedeninin servisteki kızlar olduğunu öğrenmek için kırk takla atmak, e ben hep karnın ağrıyor zannediyordum, baştan söylesen servis problemini çözmüştük ve karın ağrısı geçmişti şimdiye.

dün durdum düşündüm acaba bunu, böyle imalarla yaşamayı nereden öğreniyorlar diye. ve buldum (arşimet gibi sokaklara fırlamayacağım:)) bizden tabi ki. herşeyi olduğu gibi bunu da bizden öğreniyorlar. bir sorun olduğunda ima etmeyi, benimle ilgelen senin ilgine ihtiyacım var demek yerine bu ihtiyacı öfkelenerek-bazen ağlayarak-bazen hasta olarak belirtmeyi.
neden başaramıyoruz dosdoğru söylemeyi? senin bu davranışın beni üzüyor ya da incitiyor, benimle daha fazla ilgilenmesi istiyorum çünkü çocuklar tüm hayat enerjimi silip süpürüyor ve ben kendimi şarj edemiyorum. bazen nefes bile alamıyorum. bu nedenle düzenli çalışamıyorum ve bu durum beni rahatsız eden apayrı bir konu. ama tüm bunlar birleşiyor ve ben aslında sana değil kendime öfkeliyim. ne olur beni bu döngüden çıkar diyemiyoruz en yakınımızdakine. bunun yerine öfkeleniyor ya da içimize kapanıyoruz.

bunun bir çözümü olmalı? önce kendimiz çözmeliyiz bu problemi sonra çocuklarımıza örnek olmalıyız:
bir sorun varsa söyle de çözelim çocuğum, başka sorunlar gösterip asıl problemi çözümsüz bırakma

4 Kasım 2013 Pazartesi

kış okuma şenliği






evet yeni okuma şenliği başlıyor, umarın bu sefer bütün kitapları okumayı başarırım.önümüzde dört koca ay ve okunması gereken 17 uzun kitap var.



ve açıklıyorum, kategoriler ve okumayı planladığım kitaplar:
1. kategori: altın kitaplar yayınevinden çıkmış olan bir kitap: uzun zamandır aklımda olan ve okumak istediğim: cehennem-dan brown- 576 sayfa
2. kategori: kütüphaneden ödünç alınmış bir kitap: kütüphane üyeliğimi yeniledikten sonra: diriliş-tolstoy
3. kategori: adında bir hayvan adı olan bir kitap: ateşböceğinin şarkısı-kristin hannah- 480 s.
4. kategori: 600 sayfadan uzun: delikanlı-dostoyevski
5. kategori: nobel edebiyat ödülü kazanmış bir yazarın kitabo: buyılın nobel alan yazarı, bazı kadınlar-alice munro-360 s.
6. kategori: türk edebiyatında klasik kabul edilen bir roman, ne zamandır yeniden okumak istiyordum: çalıkuşu-reşat nuri güntekin-544 s.
7. kategori: hiç okumadığım bir ülke edebiyatı: japon edebiyatı okumadım hiç: imkansızın şarkısı-haruki murakami-349 s.
8. kategori: sinemaya uyarlanmış bir kitap: bir türlü okumayı ve izlemeyi beceremediğim yüzüklerin efendisi serisine giriş yapabilmek için: hobbit-j.r.r. tolkien-
9. kategori: kış konulu ya da adında kış geçen kitap: böğürtlen kışı- sarah jio- 360 s.
10. kategori: yasaklanmış bir kitap: geçen şenlikte kararsız kalmıştım, bari şimdi okuyayım: muhteşem gatsby-scott fitzgerald-
11. kategori: Atatürk ile ilgili kitap: Atatürk-modern türkiyenin kurucusu dahi generalden liderlik üstüne dersler-austin bay-256 s.
12. kategori: yayımlanmış en az beş kitabı olan bir yazarın ilk kitabı: kinyas ve kayra- hakan günday- 531 s.
13. kategori: bir biyografi kitabı: o zaman okumamıştım, şimdi okuyayım: latife hanım-ipek çalışlar-524 s.
14. kategori: okuma yazmayı öğrendiğim yıl yayımlanmış bir kitap: bu kategoriyi çok zor buldum: son istanbul-murathan mungan-192 s. (200 sayfa kuralını çiğnedi ama gerçekten bulamadım, daha çok araştırıp değiştirebilirim,1985de yayımlanmış kitap önerilerine açığım)
15. kategori: üçleme: filmlerini ilgiyle izlediğim ve aralık ayı yazarı orhan kemale ait kitap:  hanımın çiftliği üçlemesi-orhan kemal-994 s.

okumayı hedeflediğim kitap sayısı 17, toplam sayfa sayısı yaklaşık olarak 6500.


bir baktım da okumayı hedeflediğim kitapların 12 tanesini yeni alacağım #direntubanıncüzdanı

kolay gelsin bana, sevgiyle:)

1 Kasım 2013 Cuma

kasım ayı yazarı yaşar kemal






pinuccia'nin kitapları ile beraber bu ay yaşar kemal okuyoruz. benim okumayı planladığım kitapları ağrıdağı efsanesi, filler sultanı ile kırmızı sakallı topal karınca, sarı sıcak ve iki tane derleme yazı ve konuşma kitabı ağacın çürüğü ve baldaki tuz. hepsini okuyabilirmiyim bilmiyorum ama okuyabildiğim kadar çoğunu okumak istiyorum. dün ağacın çürüğü ile başladım. yazarın çeşitli yerlerde yazdığı yazıların bir derlemesi, ilk yazısı çok güzeldi mesela. bir de isimlerin zerafetine bakar mısınız? ağacın çürüğü ve baldaki tuz. evet güzel bir ülkeyiz evet güzel insanlarımız var ama çürük noktalarımız da var, tatlı içindeki bir çimdik tuzumuz da var.

umarım bu kitapların hepsini okurum. sevgiyle:)

30 Ekim 2013 Çarşamba

ponponlar ve yapbozlar,

nihayet örgü sezonunu açtık. artık gözleri iyileştiği için annem de yavaş yavaş örgü işleri yapmaya başladı. bu ponponlu atkı ve berelerden beyaz olanları börtüme annem ördü, pembe olanları ise böcüğüme ben ördüm. ip kendinden ponponlu, yani dümdüz örüp gidince böyle eğlenceli ponponlu atkı-bereleri oldu kızların.


atkıların altında görülen yapboz ise sevgilim ile birlikte çıldırarak yaptığımız sufilerin resmini içeren siyah bir yapboz. kesinlikle kimseye tavsiye etmem siyah yapboz almayı. delirmeden nasıl bitirdik bilmiyorum. üstelik gerçekten yap-boz oldu ve üç kere yeniden yapmak zorunda kaldık. ilk seferinde tam kenarları bitirmişken bakıcımız bu ne böyle bir aydır burada dağınık duruyor diye tüm parçaları toplayıp kutuya koymuş. yapbozu kaldırmamasını söyledik ikinci sefer başladık ve bir kaç ay sürdü bitmesi ve yapıştırmaya fırsat bulamadan börtücük bazı kısımları bozdu. tekrar yaptık ve yapıştırdık, bu seferde taşırken iyi yapışmayan yerleri yine bozuldu. nihayet bitti ve yapıştı, umarım bir daha bozulmadan çerçeveletmeyi başarırız. 

kimse siyah yapboz almasın yapmaya kalkmasın :)

sevgiyle:) 




28 Ekim 2013 Pazartesi

ödev yapma üzerinde okul-arkadaş ve çevrenin etkisi

valllahi billahi çocukların ödev yapmasını sağlayan güç anne-babanın dışında okulda, arkadaşta, öğretmende ve hatta kuzenlerde filan saklı gizli. son kararım budur efendim. çocuğum ödev yapmıyor yaptıramıyorum diye üzülmeyin sevgili anneler, çocuğunuzun ödev yapması öğretmeninden aldığı gaza, arkadaşıyla iletişimine ikinci derece akrabalar- kuzenlerle ne kadar vakit geçirdiğine bağlı olarak çok değişiyormuş meğerse.

böcüğüm okula başladı bu sene (ülkemde olan bitenden kafamı toplayıp yazamadım bir türlü). ilk ay alışma devresi kes-yapıştır ve boya gibi basit işler yaptılar, ekim ayı başlarında ise harflere başladılar, başladılar derken daha sadece ilk grubu bitirdiler (e-l-a-t). ilk haftalarda bir türlü ödev yapamıyorduk, yaptıramıyorduk ve ödev başında ağlayan böcük ve sinirden saçları diken diken olmuş anne ve baba. bu esnada problemi anlamaya çalışıyorum bir yandan, sonra konuşurken ortaya çıktı ki, bizim böcük sıra arkadaşından pek memnun değil, ve yaşadığını anlatmıyor ama rahatsızlık büyük. öğretmeni ile görüştük, bir süre sonra (hemen olursa yanlış anlayabilir diye) sıra arkadaşı değişti ve bizim böcükte değişim başladı. ikinci önemli husus ise öğretmeni sen okumayı çok hızlı öğreneceksin demiş ve bingo şimdi müthiş bir hevesle ödevleri yapıyor ve gayet mutlu ödev yaparken. biz de rahatladık, artık ödev kavgası yok evde.

ödev konusunda müthiş bir şanslıyız çünkü öğretmenimiz ödev vermeyi sevmiyor, öncelikle çocukların okulu sevmesi gerekli diyor. az ödev verdiği ve okulda kendisi iyi çalıştığı için (tahminimce eve çok ödev veren öğretmen işi birazda anne-babanın üstüne yıkıyor) ödev konusunda artık çok zorlanmıyoruz. bir de öğretmenimiz yapmadığında zorlamayın, yorulmasın daha çok küçükler oyun onlar için her şeyden önemli dedi. öğretmenimiz büyük şansımız. umarım bu durum değişmez (türkiye'de hiç bir şeyin veya hiç kimsenin değişmeyeceğinin garantisi yok).

arkadaş ve okul-öğretmen kadar etkili olan bir diğer konu ise yaşları yakın olan kuzenlermiş meğerse. böcüğün 3. sınıfta ve 2. sınıfta olan iki kuzeni var ve bu üçü bir araya geldiklerinde bizimkine sen okuyamıyorsun, sen bilmiyorsun vs. diyorlarmış. bizimki de hırçınlaşıyor bu durumda. bir de buna engel olmaya çalışıyoruz artık.

tüm bunlar olurken ailecek baya bi hırpalandık, çokça okuduk araştırdık. ve bazı bilgiler toparladık. bu bilgilerden tecrübe ile edindiklerimiz:

  • herhangi birisinin sen bilmiyorsun ya da yapamıyorsun demesi çocukta kopuşa neden oluyor ve başarısızlık hissi hakim oluyor. bu nedenle sözcüklere ve beden diline dikkat etmek gerekiyor. çocuk başarısız olduğuna dair bir hisse kapılırsa ödev yaptırmak gittikçe zorlaşıyor. başarısızlık hissine kapılmışsa daha basit işlerle başlayarak geri dönüş sağlamak gerekiyor.
  • eğer ödev yapmaya yönelik bir isteksizlik varsa okulla- öğretmenle-arkadaşla olan ilişkisini sorgulamak gerekiyor, çocuklar başlarına geleni anlatmıyor ama tavırlarıyla belli ediyorlar.
  • anne babadan çok öğretmen etkin bu yaş grubunda, bu nedenle öğretmenle yakın ilişki kurmak ve yaşanan sıkıntıların çözümünde yardım istemek gerekiyor.
  • ödevi ya anne ya da baba ile yapmak gerekiyor, aynı anda iki ebeveynin karışması doğru değil. ve hatta ödevde yardımcı olacak kişinin değişmemesi çocuğun yararına ve daha sabırlı olan kişinin ödev yaptırması gerekiyor. eğer ödev yaptıran kişi o gün için öfkeli ise diğer ebeveynin ödev görevini devralması çocuğun yararına oluyor.
  • ödev yapılırken her ne kadar süreyi çok uzatıyormuş gibi görünse de çocuk için sık ara vermek iyi oluyor (biz beş satır yazınca ya da 20 dk ödev yapınca ara veriyoruz)
  • yazısı kötü olsa da (sonuçta hepimiz inci gibi yazmıyoruz) ya da kekeleyerek okusa da yol gösterici olurken işi abartmamak gerekiyor, sonuçta öğretmek bizden çok öğretmenin işi ve anne-babanın burada yapacağı bir yanlış öğretmenin işini çok zorlaştırabiliyor.
  • ödev hep aynı mekanda yapılmalı, biz odasında çalışma lambası ve masası kullanıyoruz. ödev yaparken küçük kardeşi odaya almıyoruz. kardeş veya ödevle ilgisi olmayan kişiler dikkat dağıtıyor, biz de o ödev yaparken kitap okuyor mümkün olduğunca kontrol eder konumda kalıyoruz.
  • güzel ve yüreklendirici sözler çok önemli, bu konuda cömert olmak gerekiyor, bir de sen akıllısın ya da zekisin yerine çalışkansın başarırsın diyoruz.
  • okuldan gelir gelmez değil bir süre dinlendikten-çizgi film izledikten ve yemek yedikten sonra ödev yapmak daha kolay oluyor.
şimdilik ödev yapma sorunumuzu çözdük, umarım yine sorunlar çıkmaz.

sevgiyle:)



25 Ekim 2013 Cuma

yazamamak,

kendimce içimi döktüğüm, kimse okumasın ben okurum dediğim, tariflerimi ve yaptıklarımı sakladığım aslında tam olarak kendim olduğum bu blogda artık yazamıyorum. güzel ülkemde her gün öyle garip şeyler oluyor ki, kafamı toplayamıyorum. her gün başka bir sözden inciniyor, başka bir olaydan üzüntülere gark oluyorum. artık incinmekten-üzülmekten yoruldum.

nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki, bazıları kafasına göre kızlar kantine girmesin diyebiliyor, bazıları hamileler sokakta gezmesin, tüm bunlar olurken muhtemelen gerçeklikle bağlantısını yitirmiş birisi saçının boyasını ihmal etmezken bebeğini 9 gün aç-susuz ölüme terk edebiliyor. her şey üstüme geliyor, her şey bende derin bir kırgınlık yaratıyor. yine de her şeye rağmen yaşamaya devam belki bir gün bir şeyleri değiştirebilirim diye umutla yaşamaya devam.

sanırım bundan sonra bu türden yazıları daha çok yazacağım. daha çok fikir belirteceğim.

sevgiyle:)

12 Ekim 2013 Cumartesi

pinuccia'nın kitap okuma şenliği için okuduklarım

itiraf etmeliyim ki çok okurum zannediyordum, okumayı seviyorum çok kitap okuyorum diyordum, oysa ki hiç okuyamıyormuşum. bilmem neden, çocuklardan işlerden, evden. nedeni önemli değil ama okuyamıyormuşum. 3 ayda topu topu 6 kitap okuyabildim işte listesi:

1. 150 sayfadan kısa kitap kategorisi için: yaşlı adam ve deniz -ernest hemingway- ilya yayınları-108 sayfa
2. yazarı adaşım olan kategorisi için: gece yarısı öyküleri -tuba arık -sokak yayınları-250 sayfa
3. herkes okudu ben kaldım kategorisi için: 1984 - george orwell -can yayınları -350 sayfa
4. yasaklanmış kitaplar için: sineklerin tanrısı -william golding -iş kültür yayınları -248 sayfa
5. yazarı ile aynı yıl doğduğum kategorisi için: güneşin kızları -corban addison -feniks yayınları -459 sayfa
6. içinde renk olan kategorisi için: bir yeşilin peşinde -asın zihnioğlu -tübitak popüler bilim kitapları -218 sayfa


toplam 100 puan ediyor sanırım,

bunlar okumayı bitirebildiklerim, okumaya başlayıp bitiremediklerim ise
1. kurgu olmayan kitap kategorisi için: kendi everestinize tırmanın -nasuh mahruki
2. mesleği yazarlık olmayan birisinin yazdığı kitap kategorisi için: şaşırtan varsayım -fransis crick (DNAyı keşfen bilim adamlarından birisi, fizikçi)
3. canımın istediği bir kitap kategorisi için: kara kule 1 -stephen king

diğer kategoriler için ise başlayamadım bile.
yazık ve yuh olsun bana bir de çok kitap okurum diye geziyorum ortalıkta. ama kendime bir söz daha çok okumak için elimden gelen gayreti göstereceğim.

sevgiyle:)

7 Ekim 2013 Pazartesi

öfke nöbeti,

her insanın yaşaması normal olan öfkelenme bende ve böcüğümde artık patlamalar ve nöbetler şeklinde cereyan ediyor. her ikimizde öfkemize hakim olamayıp onda genelikle haykırarak ağlama, bende ise ciyak ciyak bağırma, hatta saçlarımı yolma şeklinde ilginç dışarıdan korkutucu görünen davranışlar sergiliyoruz. üstelik bu durumda anneanne ya da dede gibi görünüşte bana hak veren ve yardım eden ama aslında çocuğa hissettirdiği ile onun arkasında olan seyircilerimiz mevcut(bunu söyleyince çok kızıyorlar ama gerçek bu).

yaşadıklarımız tam olarak öfke nöbeti, her hangi bir şey için başlayan ikimizinde zırıl zırıl ağlamasıyla sonuçlanan öfke nöbetleri. psikoloğa göre öfkelenince huzurlu ve mutlu olduğumuz bir anı düşünmeliymişiz önce, böylelikle o kızgın duyguların bizi ele geçirmesine engel olabilirmişiz. ben hiç böyle bir an hatırlamıyorum. birazcık huzurlu ve güvenli hissettiğim anların gerisinde utandırılma ya da korku da var hep. eğer böyle bir anı bulamıyorsak, kendimizi huzurlu hissettiğimiz bir yer ya da durum yaratmalıymışız. bu durum tıpkı limon düşününce ağzımızın kamaşması gibi öfke anında bizi sakinleştirecekmiş. deneyelim bakalım.

böcük için yapılması gerekenler ise, sakinleşmeden seninle konuşmuyorum demek, bazen kendimiz sakinleşmek için ortamı terk etmek, en başta öfkelenmemeye çalışmak, sorunun fiziksel bir nedeni olup olmadığını anlamaya çalışmak(uyku veya açlık gibi), öfke karşısında geri adım atmamak (geri adım atılırsa öfke krizleri büyüyerek çoğalırmış), sakinleştiğinde ne olduğu hakkında konuşmak ve kendi duygularımızdan bahsetmek, aynı zamanda çocuğunuza sizin kurallarınızın geçerli olduğunu kesin bir dille bildirmek gerekiyormuş. ben hepsini başaramıyorum henüz. sadece onun sakin bebek olduğu zamanları çok özlüyor ve öfkeleniyorum.

4 Ekim 2013 Cuma

evde zeytin yapımı

günlerden sonra hazırlayabiliyorum zeytinler yazısını,

görümceme gelen hediye zeytini nasıl tatlandıracaklarını bilemeyince verin dedim ben yaparım, annem eskiden yapardı, ondan öğrenirim. kolaymış zeytin yapmak, sadece uzun zaman aldığı için sabır gerekiyor:), anneciğim tarif etti, hatırlamadığı siyah zeytin tekniğini kuzenime (kendisinin zeytinliği var) sorduk. sonuçta evde zeytin yaptım.


Zeytinleri yeşil ve siyahlaşmış olanlar olarak iki gruba ayırdık önce


sonra tek tek kırdık. bunun için et tokacını kullandık ama taşla da kırılabilir, çizilen zeytin ise farklıymış. sonra kırdığımız zeytini suya koydum. ilk hafta suyunu her gün değiştirerek, ikinci haftadan sonra ise iki-üç günde değiştirerek 3 hafta boyunca acı tadının geçmesi için beklettim. suda bekletme işlemini yeşil zeytinler için yaptım, siyah zeytini ise bol miktardaki kaya tuzu ile bir kavanoza koydum ve her gün hızla çırpar gibi çalkaladım. bu esnada siyah zeytinin acı suyu dibine birikiyor bu suyu da her gün boşalttım, bir ay sonunda siyah zeytinde tatlanmıştı.


tatlanan zeytinlerden siyah zeytini limon suyu ve zeytin yağı ile kavanoza doldurdum. 4-5 limon suyu ve bir bardak kadar zeytin yağı koydum, yani tanelerin hepsi yağ içinde değil.


yeşil zeytini ise 2-3 limon suyu-3 avuç kaya tuzu ile hazırladığım salamura suyunda saklıyorum. buz dolabında daha uzun süre dayanıyor. dışarıda bekletilecekse turşu tozu diye satılan bakterilerin üremesini önleyen ve küflenmeyi önleyen sodyum benzoat koymakta fayda var (1/2 çay kaşığı), bu madde metabolize olmaz ve bakteriyel gelişimi önlediği için küflenmeyi geciktirir. ama kullanıp kullanmamak tamamen tercih meselesi. 

zor değil ama zaman alıcı, afiyetle ve sevgiyle:)

3 Ekim 2013 Perşembe

yaşlı adam ve deniz, ernest hemingway

pinuccia'nın kitap okuma şenliği için okuduğum 200 sayfadan kısa kitap kategorisinde nihayet okuyup bitirebildiğim kitap, hepsi topu 108 sayfacık ama bir türlü bitmedi, çocuklarla okuma hızım çok azalmış meğerse. okuduğum diğer kitaplarla ilgili yorumlarımı yazamadım henüz. artık kendime bunlar için vakit ayırmalıyım diyorum ama çocuklarla ilgili bitmek bilmeyen işlerden fırsat bulamıyorum,
şu an ise böcük ödev yaparken yanında oturup yazıyorum, sırf kitabın etkisi kaybolmadan yazabileyim diye.

yaşlı bir denizcinin gururunu kurtarmak için çok büyük bir balık peşinde denize açılmasını ve orada kendisiyle olan savaşını anlatan uzun hikaye aslında yaşlı adam ve deniz. müthiş bir iç savaş, yenilmemek uğruna denizde geçen üç koca gün, sonunda balığı yakalayış ama dış etkenler nedeniyle verilen tüm mücadeleye karşın yaşanan kayıp, ama diğer balıkçılar tarafından bu mücadelenin takdiri.

hepimiz bunu yapmıyor muyuz? kanayan ellerimize rağmen, bulanan zihnimize rağmen mücadele etmiyor muyuz? ve sonra bazen tüm çabamızın başka başka nedenler elimizden kaydığını görüp umutsuzluğa kapılmıyor muyuz? ama tüm bunlara rağmen gösterilen bu çaba kutsal ve insanı insan yapan değer bu çaba gösterme gücü değil mi?

okuduğum en iyi en düşündürücü kitaplardan biriydi, okunmasını muhakkak tavsiye ediyorum, kızlarım biraz büyüyünce onlara okumak ve okutmak için vakit kaybetmem umarım. sevgiyle:)



2 Ekim 2013 Çarşamba

hasta çocuk ve zavallı anne,

yaklaşık 5 gündür börtücük çok hasta, sürekli kusuyor, mam diye her gördüğü yiyeceğe atlıyor ama yedikten sonra çıkarıyor, yapılan tahlilerde hiç bir problem görülmüyor ama bizim sıpa kusmaya devam, hergüm bir makine kusmuklu çamaşır yıkar olduk, kusmuk kokusundan yemek yiyemez olduk. ama bir anne olarak ben ne yapıyorum, her acil maceramızda bir başka çocuk için ağlıyorum, bir gün üzerine kaynar su dökülen downlı çocuğa, bir başka gün koşarken hızını alamayıp direğe çarparak beyin kanaması geçiren birine. allah'ım ne zormuş çocuk aciller, benim sıpam hasta ama geçici allah dermansız dert vermesin diye diye geziyor, ağlıyorum. kesin olarak karar verdim ben çocuk doktoru olamam, kıyamam o küçücük bedenlerin çektikleri acılara, duygularımı kapatıp serum takamam, ağlarken onlarla birlikte ağlarım.
bir yandan başka çocuklara ağlarken bir yandan kendi çocuğunun başına gelmemesi için dualar etmek annelere has bir özellik galiba. işin kötü yanı sonuçlar temiz çıktıkça ya kötü bir şey varsa ve bulunamıyorsa endişesi hiç bırakmıyor peşimi. hatta bu sabah ya kızım çok hastaysa ve ölürse diye ağlıyordum hastanede ;)
umarım börtüm bir an önce iyileşir, ben de bu ağlamaları bırakırım :(

30 Eylül 2013 Pazartesi

zeytinler ve demokrasi

bugün kışlık zeytini nasıl yaptığımı yazacaktım, ta ki demokratikleşme paketinin içeriğini okuyana kadar. evet bazı yönleri iyi gibi görünüyor ama türkiye'nin yararına değil belli ki. ya da benim açımdan öyle değil.

andımızın kalkması mesela, tamam çocuklar varlıklarını hiçbir şeye armağan etmesinler de bu resmen kendi ülkemde parya hissetmeme neden oluyor.
tamam başörtüsü serbest olsun ama benim mini eteğimde serbesti olacak mı? ya da kolsuz tişörtüme karışıldığında kim benim yanımda olacak? kadına verilen değer bu kadar azalmışken sadece kendi yandaşlarının durumu düzeltilmiyor mu?
seçim barajı düzenlemesi mesela, toptan kaldırılsa daha iyi değil mi? böylece bende oyumu istediğim gibi kullansam, ehveni şer demesem. dar bölge sistemi ile eyalet sistemine geçmiş olmuyor muyuz bir nevi, bu türkiye'nin bölünmesine bir adım daha yaklaşmak değil mi?
insan gibi yaşamak için hiç bir değişiklik yapılmazken, bölmek- bölünmek- birbirinin gözünü oymak ya da sadece kendine demokratik olmak,

zeytinler ve demokrasi, demokrasiden anladığımız sadece kendi haklarımızı almak, başkalarının hakkını düşünmemek oldukça, hep keser döner sap döner diye hesaplar yaptıkça zeytinler daha demokratik olacak ülkemde :(

29 Eylül 2013 Pazar

pazar kahvaltısı,


  • aileyle yaşarken: annenin hazırladığı, gazete nerede diye çemkirdiğin, sıcacık çay eşliğinde muhteşem kahvaltılıklar ve aile ile edilen keyifli sohbetler
  • yalnız yaşarken: gazete-kahve eşliğinde basit atıştırmalıklar
  • evli ve çocuksuzken: geç kalkılan keyifli sabahlar, sevgili ile hazırlanan, çay, gazete, sohbet ve omlet keyfi yapılan bütün hafta iple çekilen dinlenmece
  • evli ve çocukluyken: sabahın köründe uyandırılmak, her an birine kızmaya hazır, bardakta soğumuş çay, yağı donmuş sucuklar, parça pinçik edilmiş gazete, yarısı içilip yarısı sağa sola dökülmüş süt demekmiş. 
güzel pazarlar herkese:)

sevgiyle:) 

netten alınma fotoğraf, hayalimdir :)

24 Eylül 2013 Salı

acuka

annemle her hafta kışlık yapıyoruz. bakalım bu işin sonu nereye varacak. tarhanadan sonra acuka, kışlık domates, erişte, kurutulan sebzeler, turşu vs. bir dünya iş. ama ilginç bir huzur veriyor bu tür işler, alet işler el övünür misali kesiyorum, doğruyorum ve rutin-düşünmeden yapılan bu işlerden mutlu oluyorum.

neyse dönelim acuka'ya.
malzeme:
15 kilo sert az sulu domates
1 kilo salçalık kapya biber
1 kilo acı kırmızı biber
1 su brd. sirke
2 baş sarımsak
1 su brd zeytin yağı
yeterince tuz

biberlerin çekirdekleri çıkarılır, et makinesi ile tüm malzeme çekilir.


sonra bir güzel neredeyse yarıya inene kadar kaynatılır. yani iyice koyulaşır ve salça kıvamına yaklaşır. 


salça kıvamına gelince sarımsak ezilir, tuz atılır, yağ ve sirke dökülüp sıcak sıcak kavanozlara doldurulur ve yeni kapak ile kapatılır. soğuyunca konserve olur. 


kış boyu ister yemek yanında ister içine ceviz ezilerek, ister beyaz peynirle birlikte afiyetle yenilir:)

sevgiyle:)

21 Eylül 2013 Cumartesi

çocuğunuza kulak verin-aletha solter- çocuk deneyimleri,

aletha solter'in kitabını okumaya devam ediyorum. 3. bölüm çocukların yaşadıkları veya daha doğru bir tanımlama ile deneyimleri üzerine.

altını çizdiklerim:

  • doğaya daha yakın, daha basit ve ucuz etkinlikler daha fazla öğrenme alanı sunar. sanırım bunun nedeni birdenbire başka bir yön alabilmesi ve hayal gücünü kullanabilme fırsatı vermesi. pahalı oyuncaklar ya da etkinliklerle sadece o iş yapılabiliyor, bir başkasının tanımladığı şekilde, oysa son zamanlarda kızlarımda fark ettiğim bir su şişesi ile pek çok farklı oyun oynayabildikleri oldu. basit bir minder havuz oluyor, atlama tahtası oluyor, uzun atlama minderi oluyor. çocukların hayal gücüne güvenmek gerek. 
  • çocukların yeni deneyimler yaşarken aşırı uyarılmalarını önlemek gerekiyormuş, böylece yeni edindiği bilgiyi daha iyi özümseyebiliyormuş.
  • anne-babaların kendilerine vakit ayırması ve yeni hobiler edinmesi gerekiyormuş, bu esnada verdikleri uğraş çocuklara çaba göstermenin önemini öğretiyormuş.
  • şiddet insanın doğasından değil huzursuzluğundan kaynaklanıyormuş, isteklerini anlatamamış, ihtiyaçları tam olarak karşılanmamış çocuklar daha öfkeli oluyormuş. bu konuda kitaptan edindiğim bilgiler cidden işime yaradı. böcüğüm çok öfkeli olduğunda bağırdığında önce ona soruyorum, bugün seni ne üzdü diye, önce çok üzüldüm diye ağlıyor sonra bir süre sonra nedenini anlatıyor, bazen çözüyoruz sorunu bazen çözemiyoruz ama sonuçta onu anladığımı ya da anlamaya çalıştığımı gördüğü için öfkesi geçiyor. keşke sevgili kişisi de bana öyle yapsa ne güzel olacak :)
  • çocuklara disiplin amacıyla konan kısıtlamaların ya da kuralların nedeni açıklandığında hem kurallara uymaları kolaylaşır hem de düşünme yetenekleri gelişirmiş. bunu da test ettim onayladım:) 
  • fazla miktarda hayal kırıklığı yaşamaları veya aşırı övülmeleri çocukların öz güven gelişimine engel oluyormuş. bu sorunu aşmaya çalışıyorum, çalışkanlığın daha önemli olduğunu vurgulamaya çalışıyorum, başarısız olunan bir konunun çalışılınca düzeltilebileceğini anlatmaya çalışıyorum, bakalım başarabilecek miyim? en yeni konumuz yüzme kursunda havuza atlayamama, korktuğu için atlayamıyor, bu sorunu aşmak için ise ne yapacağımı tam çözemedim daha. 
bu bölümde daha pek çok nokta var mesela cinsel bilgiler, mesela tv'nin çocuklar üzerindeki etkileri, ya da kitap ve çocuk. yani kitapla işim bitmeyecek henüz.

sevgiyle:)




18 Eylül 2013 Çarşamba

düzenmiş pehhh


hani düzenli olarak girişler yapacaktım, hani günlere göre konular belirlemiştim, pehhh hiç birini yapamadım. hepsine bir bahanem var, çünkü işyerinde vaktim olmaz hem doğru ve etik değil, çünkü evde börtücük hiç fırsat vermiyor ve yapılacak çok iş var. burdan da şunu anlıyoruz ki kendime-hobilerime ayıracak vaktim yok hiç, kitap okuyamıyorum, ağ günlüğüme yazı yazacak zaman bulamıyorum (zaten pek okunmuyor), yaptığım tek şey çalışmak-eve gitmek çocuk bakmak-yemek yapmak, onun problemleri bunun dertleri derken ben kalmadı bende, hani yunus emre'nin bir sözü var ya bir ben vardır bende benden içeru diye, ben işte o içimdeki tuba'nın sesini duyamıyorum artık. o sesi duyamadığım, kendimle başbaşa kalamadığım, kendimi ruhsal anlamda besleyemediğim için (fiziksel olarak çok güzel beslediğim için kilom aldı başını gidiyor) öfkeliyim, kızgınım, kırgınım, güceniğim, neye herkese. kocama, çocuklarıma, arkadaşlarıma, ama en çok kendime.

ben düzen kurmaya çalıştıkça kaosa doğru sürükleniyorum. kaotik hayatım yoruyor yıpratıyor ve ben gittikçe daha öfkeli daha agresif oluyorum. bunu anlatamıyorum, paylaşamıyorum, ne yapacağımı ise hiç bilmiyorum. düzen kuramadıkça kendimi yeterszi görüyorum. aklımdaki tek düşünce ne kadar çok işim olduğu ve hepsine birden yetişemediğim. oysa ki planlarıma uysam ya da daoğru düzgün planlayabilsem ne kadar çok işim yokmuş göreceğim. ama olmuyor bir türlü.

kafamın içi aynen böyle şu sıra

ama çalışacağım bu kaosu bir düzene sokmak için. böcüğün okula başlamasıyla düzene girmeye başladı biraz, işe geç kalma dervri kapandı mesela, akşam erken çıkıp onu alma devri de. belki bu arada daha çok giriş yapabilirm, daha çok yazabilirim. akşam uyku saatlerini tekrar düzene oturttuğumda daha çok ilgilenebilirm kendimle. denemekten vaz geçmek yok :p

sevgiyle:)

16 Eylül 2013 Pazartesi

antep usulü tarhana

bu sene anneciğimle eskiden yaptığımız gibi tarhana yaptık:) özlemişim bu tadı.

malzeme:
10 kilo yoğurt
2 kilo süzme yoğurt
4 kilo dövme
1/2 kilo aşlık
yeteri kadar tuz
1 tabak kadar un

tarhana yapılmadan bir gece önce dövme ve aşlık temizlenir ve ıslatılır. sabah erkenden ise pişirilmeye başlanır. buğdaylar açılmaya başlayınca (aşuredeki gibi) ya da hepsi açılınca bir leğene alınır ve elle yoğrularak ezilir.

ezilen dövme

bu arada yoğurt-un ve tuz karıştırılır, tuzu yemek tuzundan biraz daha fazla olacak. un ise iyi kıvam alması içinmiş.

yoğurt
sonrada yoğurt ve dövme karıştırılır. bir gece bekletilir.


ertesi gün ise yarı güneşli balkona serilir. serilirken kaşıkla alınır bez üstüne yayılır.


bir kaç gün iyice kuruması beklenir. kuruduktan sonra bez torbada saklanır. pişirilirken 5-6 tanesi bir gece suda ıslatılır ve sonra pişirilir. üzerine yağ-nane- kırmızı biber yakılır. afiyetle yenir:)

not: tarhana ve bilumum kurutmalıklar tavana monte edilen asansörlü meyve-sebze kurutmalığında kurudu. çok da güzel oldu.

sevgiyle:)

9 Eylül 2013 Pazartesi

niğde usulü tarhana-2

geçen sene kayınvalidemin yaptığı niğde usulü tarhanadan ve nasıl tükettiğimizden bahsetmiştim. bu sene ise gidip yapılırken yardım etme-öğrenme ve fotoğraf çekme şansım oldu.

öncelikle 10 kilo yoğurda 2 kilo aşlık yani çekilmiş buğday koyduğumuz belirtelim. yoğurt ve aşlık birlikte heraniye alınıyor. herani büyük bakır kazan demekmiş. sonra ocakta altı yakılıyor ve yavaş yavaş pişmeye başlıyor. aşlık pişene ve çorba gibi başlayan kıvam iyice koyulaşana kadar sürekli karıştırılarak yaklaşık 2 saat pişirilen tarhana ister çorbalık ister kavrularak kahvaltıda tüketilmek üzere hazır oluyor. hafta sonları pazar kahvaltısında afiyetle yeniyor :)

şimdi fotoğraflar :p

herani buymuş :), içindeki tahta kürek gibi düz bir kaşık

tarhana pişerken

kıvamı ve son hali

sevgiyle:)

5 Eylül 2013 Perşembe

bir gün istiyorum...


  • eve girdiğim andan itibaren çocukların ağlamadığı
  • yemek yapmak zorunda olmadığım hatta yemek düşünmemin gerekmediği veya yaptığım yemeklerin yenildiği"
  • çizgi film  haricinde bir şeylerin izlendiği ya da bu çocuklar etkilenmesin diye sevdiğim programları izleyebildiğim
  • sessiz bir ortamda kitap okuyabildiğim
  • canımın istediği saatte uyuyup canımın istediği saatte kalkabildiğim
  • kapının önünde kimse ağlamadan beş dakikadan uzun bir süre duş yapabildiğim
  • tuvalette kimsenin rahatsız etmediği
  • ne yapıyorsun sorusunun sorulmadığı
  • iş yeri yerine evde dinlendiğim dolayısıyla işte çalışabildiğim
  • yani bana ait olan bir gün istiyorum sadece 
çok şey mi istiyorum???

unutmadan yazmam lazım-3

böcük ve arkadaşı kardeşler ve bebekler hakkında konuşuyorlar

b.a: ay çok tatlı kardeşin ama ben korkuyodum şimdi korkmuyorum
b: şimdi kardeş istersin o zaman, ağlayınca ya su veriyosun ya emziğini veriyosun ya da anneni çağırıyosun o altını temizliyo
b.a: tamam suyunu ben içireyim mi?
b: hayır o benim kardeşim

biraz sonra bizimki anne kardeşimi alsana bizim oynamamıza izin vermiyor

+++++++++++++

kuzenine öz kardeşi tarif ederken

sen istedin diye yapılan kardeş özdür. (istemiyorsan gelen kardeş dış kapının mandalı)

kuzeni öz kardeşi tarif ediyor: şimdi senle kardeşin oldu baban eşinden boşanırsa falan filan işte (toparlayamadı)

çocuklar sohbet ederken onları dinlememin keyfine paha biçilemez :)

sevgiyle:)

3 Eylül 2013 Salı

düzen

bir düzen kurmaya çalışıyorum evde, işte ve hobilerimde ama başaramadım. oysa ki planlamıştım herşeyi, bundan sonra haftanın belirli günlerinde blogla ilgilenecek ve konulara göre gün ayrımı yaparak yazacaktım, iş yerinde dinlenmeyecek daha fazla çalışacaktım, evde dolapların içini düzenlemeyi ihmal etmeyecek derli toplu olacaktım, kilo vermek için gerçekten çaba gösterecektim. en azından şimdiden sonra başaracağım. planlı-programlı-düzenli yaşayıp bu sayede aklımdaki işleri bitreceğim.

ağgünlükte düzen, haftada 3 yazı hedefim şimdilik, daha çalışkan olacağım. pazartesileri yemek vs., çarşamba çocuklar veya hobiler, cuma kitaplar, bakalım tutturabilecekmiyim düzeni.

evde düzen, haftada üç dolabı düzenleyeceğim, bu hafta balkon dolabı, benim çekmeceler ve sevgilinin çekmeceleri

işte düzen, bu hafta proje raporunu bitirmem gerek mesela.

çocuklar-ev ve garip ruh halleri üçgeninde-dörtgeninde-beşgeninde yitirdiğim düzenimi kurmam gerek. kuklaların idaresi tekrar benim elime geçmeli.

sevgiyle:)

9 Ağustos 2013 Cuma

gece yarısı öyküleri, tuba arık

bir öykü kitabı okumayalı uzun zaman olmuştu. pinuccia'nın kitap okuma etkinliği için okuduğum adaş yazar-karakter kategorisinde gece yarısı öyküleri. eğer adaş yazar-karakter okumam gerekmeseydi bu kitabı okumazdım çünkü ancak ilkokul öğrencilerini korkutabilecek kadar korkutucu. öyküler tek başlarına güzel olsa da zihnim anlatımı keşke şöyle olsaydı diye çevirmeye başladı. bir süre sonra ise bu öykülerden korku filmleri çıkarmaya ve bunun için eklenmesi gereken sahneleri düşünüp hayal etmeye geldi iş. ama bunu yaparken hep nasıl daha korkutucu olabilir diye düşündüm. okunmasını çok tavsiye etmeyeceğim bir kitap. yazar ise ağ günlüğünden anladığım kadarıyla benim akranım olacak yaşlarda ve eleştirilere karşı hassas ya da desteklenememekten şikayetçi, ancak kişisel fikrim benden daha iyi bir yazar değil ama ben yazar değilim ve yazabildiğimi iddia etmiyorum zaten. ağ günlüğü ise fena değil.

kitapla ve sevgiyle:)

4 Ağustos 2013 Pazar

unutmadan yazmam lazım-2

böcük ve arkadaşı aşağıda oynadıktan sonra su istemeye gelirler, kapıda beklerken böcük arkadaşına yeni saatini göstermektedir.

böcük: bak benim yeni saatim, hem saat hem çalar saat hem takvim hem sıcaklığı da ölçüyo
ark: soğukluğu da ölçüyo mu?
böc: ??!!!? bilmem, soğukluğu ölçmüyo...

erik suyu-pestili

küçük kentte yaşamanın en avantajlı yanı doğal ürünlere kolayca ulaşabilmek. gerçi ben bu konuda iki kere şanslıyım, sevgili kişisinin ailesi meyvecilikle geçiniyor ve envai çeşit meyve (iklimin müsade ettikleri elbette) kendi ürünümüz olarak bulunuyor. bu durumun kötü yanı ise iş hiç bitmiyor:(

geçen sene olgunlaşan can erikleri ile erik suyu yapmıştım, bu sene hem suyunu hem pestilini yaptım, gerçekten yaptım.

erikler

bu da başka bir cins
 bir kova erik ile yaptığım erik suyu, erikleri yıkadım büyükçe bir tencereye koydum ve tencereyi su ile doldurdum. erikler sanırım 10 kilo civarıydı.


 kaynamaya başladıktan sonra erikleri 15-20 dakika kaynattım


kaynatma işleminin sonunda böyle görünüyordu. sonra suyunu süzdüm 1 kg'lık kaplara bölüp dondurucuya koydum, 6 tane 1 kg'lık kapta erik suyu oldu, 1 kg kadarını da içmek için ayırdım. 


eriğin posasını ise süzgeçten ezerek geçirdim. bu aşamaya kadar şeker koymamıştım ancak pestile biraz şeker (göz kararı-ağız tadı) 1 kaşık nişasta ve 1 kaşık mısır unu ilave ettim ve tekrar kaynattım, koyulaşınca tepsilere döküp kuruttum. kuruduktan sonra kare kare kesip sulo yaptım. bozulmaması için buzdolabında saklıyorum. 


erik suyunun rengi orijinal, tatlı bir pembe-kırmızı renk. pestil ise turuncu-kahverengi arası. arkada görünen ise orkide ancak çiçekleri yok şimdi.

sevgiyle:)

2 Ağustos 2013 Cuma

unutmadan yazmam lazım :)

çocukların öykülerini unutmadan yazmam lazım.

sabah böcüğü yıkarken duş kabinini kapısını börtüyü görebilmek için açık bıraktım ve böcükten fırca yedim: yarımcık kapat bari

böcüğün canı sıkıldığında: anne engri börds oynayabilir miyim?  tek seviye oynuyor yalnızca diğer seviyeyi önerdiğimde: ben onu sevmiyorum, bunu altı kere yıktım daha

babasına akşamdan bin tembih ile sahura kalktı bugün tüm gün oruç tutcam diyerek, kahvaltıda dayanamayıp salatalık yeyince: anne babama söyleme n'olur?

1 Ağustos 2013 Perşembe

bebeğin 13. ayı

bizim börtücük 13 aylık oldu bile.  üç diş ile bitirdiğimiz 12. aydan sonra bu ay tamı tamına 4 ilave diş ile acılar çekiyoruz. çok zor geçen 3 hafta sonunda tam biraz düzeldi derken yine perişanları oynamaya başladık. geçen ay önce diş nedeniyle ateşlendi, sonra buna bağlı hafif bir boğaz enfeksiyonu geçirdi, dr.un verdiği antibiyotik alerji yaptı (penesilin gruplarına alerjisi olduğunu öğrenmiş olduk böylece), bir günlük bir kusma durumu yaşadık ve tam bitti diye sevinirken tekrar başa dönüp yeniden diş çıkarmaya başladı. kabus devam ediyor. yakında kucakta çocuk tutmaktan iki büklüm kalacağım. diş çıkarmaların kötü bir yan etkisi oldu tabi, hanfendü kucaktan inmiyor, kanepede yanıma oturmuyor, kucağıma oturuyor, uyuyamıyor ve dolayısıyla uyutmuyor. sadece babası, ben veya bakıcısında duruyor, bir başkası biz dinlenelim diye kucağına aldı mı ya kıyamet kopuyor, kimse susturamıyor, aşırı derecede ayrılık ankisiyetesi yaşıyor. ne yapıp geçiricez bakalım. bugün gece giydiğim tişörtü koydum yanına beni daha az özlesin diye bakalım ne olacak.

tüm bu huysuzlukların dışında atık bilinçli olarak beni çağırmak için anne diyor, acıkınca mam diyor, susyınca suyu gösteriyor ve kaka yaptın mı deyince kafa sallıyor. hala yürümedi ama çoğalan dişlerin etkisiyle kemirebileceği herşeyi bayıla bayıla yiyor.

gelecek aya neler değişecek bakalım hayatımızda.

sevgiyle:)

30 Temmuz 2013 Salı

bindokuzyüzseksendört, george orwell

pinuccia'nın kitap okuma şenliği için okuduğum ilk kitap george orwell'in 1984 romanı oldu. herkes okumuş bir ben okumamışım kategorisine dahil ettim kendisini.
 mükemmel denecek derecede iyi bir kitap, olağanüstü bir kurgu dünya, müthiş bir modern yaşam taşlaması. yazıldığı döneme değil her döneme hitap eden, metaforik anlatımlarıyla okuyan her insanda farklı izlenimler yaratan bir kitap. okuduğum için en memnun olduğum kitaplardan birisi oldu.
1984 yılında okyanusya adında dünyanın 1/3'ünü kaplayan bir ülke ve o ülkede yaşayan insanların winston smith üzerinden anlatılan, aynı zamanda winston'un kendiyle konuşmaları olduğunu düşündüğüm, otoriteye başkaldırma ve otorite tarafından ezilme öyküsü.
 

okurken günümüzde özellikle son 3-5 yıldır otoritenin bizleri ne kadar çok ve hangi şekillerde ezdiğini düşündüm. pek çok cümle tanıdık geldi. beş para etmeyen gazeteler ve akıl sağlığımızı koruyarak sürdürmeye çalıştığımız insanlığımız. kadınların bedenlerine, insanların düşüncelerine hükmedilmesi ve ispiyoncu çocuklar. çok tanıdık değil mi? big brother'da, goldstein'de o'brien'de hayatımızda her an yer almıyor mu? ve biz de tıpkı winston gibi nasıl olduğunu anlayıp neden olduğunu anlamıyor muyuz?

sevgiyle:)

27 Temmuz 2013 Cumartesi

karanlığın soluğu-maxime chattam

karanlığın soluğu maxime chattam'ın okuduğum dördüncü kitabı. oldukça sürükleyici, gerilim severler için okunması gereken kitaplardan.  katil olabilecek üç kişi var ve işin aslı tahmin edemedim ben katili kitabın sonuna gelene kadar. hadi canım dedim. en başındaki bir kaç sayfalık öyküye ise en sonunda bir kaç sayfa ile bağlaması çok güzeldi. ancak bazen geresiz detaylarla boğuyor okuyucuyu, tıpkı türk dizilerinde 1 dk süren bakışmalar gibi anlatım bitmrk bilmiyor. ama yine de zevkle okunan ve keyif biraz da tedirginlik veren bir kitap.

yazarın okuduğum kitapları içinde en beğendiğim kara büyü idi. bu kiatbı okurken korkuyu içimde hissetmiştim. 

sevgiyle:)

26 Temmuz 2013 Cuma

ben çok terbiyesiz bir insanım neden mi?

çünkü iki hamileleğimde de her gün sokaklardaydım. gezdim tozdum, eğlendim. gerektiğinde yardım istedim, otobüslerde yer verdiler, öğrenciler su koşturdular peşimden susuz kalmayım diye, arkadaşlarım kitaplarımı taşıdılar. onlara geç söylediğimde neden önce söylemedin sana yeterince yardımcı olamadık dediler. hamilelğimden utanmadım, kimsenin bugüne kadar utandığını da görmedim. yüce rabbimin mucize olarak nitelendirdiği o estetik olmayan koca karında bir hayat taşıdım çünkü, kendi nefesimle besledim. kanımdan kan canımdan can verdim. ama şimdi diyorlar ki estetik değilmiş, beyimin !!! arabasında o bana lütfederse şöyle bir dolaşabilirmişim.


artık bu ülkede kadın olmaktan - insan olmaktan yoruldum. sezeryan yaparsan korkaksın, iyi de doktor karar verdi ben değil ki. kürtaj olursan katil, iyi de bakamayacağım çocuğu doğurursam eziyet değil mi bu ikimize de? çalışırsan yeterince iyi anne değil. iyi de benim bir değerim yok mu? YOK muş. ben insan olarak kadın olarak değersizmişim. varlığım gereksizmiş. öleyim ben o zaman, yerime avm yaparlar hem.

not: resim koyacaktım ama hamileyken çekilen fotoları bulamadım :(

17 Temmuz 2013 Çarşamba

böcük usulu oruç

bizim böcük babası oruç tuttuğa için çok meraklandı oruç tutmaya. her akşam yatarken yalvarıyor baba beni de kaldır diye. her gece kalkıp yumurta yiyor sahurda sonra sabah uyanınca kahvaltı gevreği ve süt, öğlen yemek, ve yemek sonrası arkadaşlarıyla bisiklet binmeye iniyor ta ki akşam ezanı okunana kadar. ezan okunurken koşarak eve geliyor ve birde akşam yemeği yiyor. ben tabi ki çok memnunum bu durumdan. ramazan ayının bizim kıza faydası oldu toparladı biraz. aaşağıda arkadaşlarla başında büyük olmadan bisiklet sürmenin- oynamanın keyfini yaşıyor. hem de fiziksel olarak yorulduğu için daha çok ve çeşitli yemek yiyor.

benim çocukluğumdaki gibi bir çocukluk yaşamasını istiyorum. fırında pide sırasına girip akşam için sıcak pide almak, akşama kadar oynayıp eve yemek vakti gelmek, bayramda komşu ziyaretleri yapmak, arkadaşlarla kavga etmek, bir büyüğün müdahalesi olmadan barışmak vs. bunu sağlamak için uğraşıyorum.

 evin yanındaki okula gidecek mesela, arkadaşlarıyla yürüyerek. tüm gününü okulda geçirmeyecek, öğleden sonra evde oturmanın da keyfine varacak.eğer isterse kendi istediği için çeşitli kurslara gidecek, kendi istediği için, mutlu olacağı şeyleri yapması için yönlendireceğim. benim proje çocuğum olmayacak, çocuk gibi bir çocuk olacak.  

sevgiyle:)

16 Temmuz 2013 Salı

mavi tüy, richard bach

  • yaşamımda kendime seçtiğim yol özgür bir yaşamdır. fakat bazen yalnızlık ağır bir kabus gibi çöker, 
  • insan, bir işi yapma konusunda düşüncesini değiştirdiğinde herşeyden istifa edebilir
  • eğer biraz pasif görünüyorsam, bu pasiflik yapımdan ileri geliyor. işi sürdürüp nefret etmektense böylesi daha iyidir.
  • kendisinden kaçmayı gerektirecek kadar büyük hiç bir sorun yoktur.
  • öğrenmek bildiğini açığa çıkarmaktır, yapmak bildiğini kanıtlamaktır.
  • sana hiçbir katkısı olmayacak nitelikte bir sorun yoktur.
  • sana hiçbir dilek verilmemiştir ki onu gerçekleştirecek güç de birlikte verilmemiş olsun. ancak bunu elde etmek için çalışman gerekebilir.
  • sınırların üzerine kafa yorarsan onları benimsemiş olursun
  • başkalarının söylediklerine aldırıp aldırmamalarına önem vermen, mutluluğunun bir başkasına bağlı olduğunu gösterir.
mavi tüy, içinde bir renk adı olduğu için kitap okuma etkinliğine katılma amaçlı okuduğum bir kitaptı, ancak 136 sayfa olduğu için etkinliğe bu kitap ile katılmamaya karar verdim. 

 mavi tüy kişisel gelişim kitapları ve secret tarzı kitapların öncülü ve hikaye ile anlatılmış hali imiş. yıllar önce okumuştum, etkinlik vesilesi ile bir kez daha okumuş oldum. işyerinde sıkıntıya düşüldüğünde destek olabilecek ince cümleler içeriyor, ancak hikaye kurgusunu çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. basit ve çok hap gibi bir anlatım var ve bu zaman zaman sıkıcı olabiliyor. 

bu kitabı okuyunca en kısa zamanda martı'yı tekrar okumam gerektiğine karar verdim.

sevgiyle ve kitapla:)



12 Temmuz 2013 Cuma

kitap okuma etkinliğine katılıyorum :)

kitapları ne kadar çok sevdiğim ben tanıyanlar tarafından çok iyi bilinir. gerçek bir kitap kurduyum, hatta kuzenlerim hep yazar olacağımı zannederlerdi. ama o beceri yokmuş bende yazmaya çalışınca anladım.

bugün okuduğum ağ günlükler arasında dolaşırken bu kitap okuma etkinliğine rastladım ve katılmaya karar verdim, kızçelerden fırsat buldukça ömrümde ilk kez bir etkinlik dahilinde kitap okuyacağım. okuyacağım kitaplardan bazılarını belirledim bile, bakalım öbürlerini bulabilecek miyim? kategoriler oldukça ilginç çünkü.

okuyacağım kitaplar
1. 150 sayfadan kısa bir kitap, yaşlı adam ve deniz-hemingway
2. 400 sayfadan uzun bir kitap, delikanlı-dostoyevski
3. herkesin okuduğu benim henüz okumadığım bir kitap, bin dokuz yüz seksen dört-george orwell
4. renk adı taşıyan kitap, mavi tüy-richard bach
5. kurgu olmayan bir kitap, kendi everestinize tırmanın-nasuh mahruki (imzalı)
6. canımın istediği kitap, yolların başlangıcı-amin maalouf

şimdilik bu kadar, ben okumaya başlayım. bazı arkadaşları da davet etmek lazım :)

sevgiyle:)


8 Temmuz 2013 Pazartesi

kabak çiçeği dolması,

sabah ezanı vakti toplanan kabak çiçeklerinin dolması pek meşhurdur buralarda. lakin kabak olmayınca çiçeği de olmuyordu. bu sene balkonda deneme amaçlı diktiğim kabak çiçeklerini topladım geçenlerde. dolma içini de hazırladım. pek zormuş doldurmak kabak çiçeklerini. 5 tane toplamıştım, üç tanesini yırtmadan doldurabildim.



dolma içini kendi bildiğiniz gibi hazırlayınız efendim, ya da yakında yayınlarım belki nasıl dolma yaptığımı:) sonra çiçeklerin ortasına az az koyunuz ve biraz sarma sarar gibi kapatınız yaprakları, dolmanın üstünde kısık ateşte pişiriniz. çabucak piştiğini unutmayınız. sonra cacık eşliğinde afiyetle yiyiniz.


sevgiyle:)