30 Ekim 2013 Çarşamba

ponponlar ve yapbozlar,

nihayet örgü sezonunu açtık. artık gözleri iyileştiği için annem de yavaş yavaş örgü işleri yapmaya başladı. bu ponponlu atkı ve berelerden beyaz olanları börtüme annem ördü, pembe olanları ise böcüğüme ben ördüm. ip kendinden ponponlu, yani dümdüz örüp gidince böyle eğlenceli ponponlu atkı-bereleri oldu kızların.


atkıların altında görülen yapboz ise sevgilim ile birlikte çıldırarak yaptığımız sufilerin resmini içeren siyah bir yapboz. kesinlikle kimseye tavsiye etmem siyah yapboz almayı. delirmeden nasıl bitirdik bilmiyorum. üstelik gerçekten yap-boz oldu ve üç kere yeniden yapmak zorunda kaldık. ilk seferinde tam kenarları bitirmişken bakıcımız bu ne böyle bir aydır burada dağınık duruyor diye tüm parçaları toplayıp kutuya koymuş. yapbozu kaldırmamasını söyledik ikinci sefer başladık ve bir kaç ay sürdü bitmesi ve yapıştırmaya fırsat bulamadan börtücük bazı kısımları bozdu. tekrar yaptık ve yapıştırdık, bu seferde taşırken iyi yapışmayan yerleri yine bozuldu. nihayet bitti ve yapıştı, umarım bir daha bozulmadan çerçeveletmeyi başarırız. 

kimse siyah yapboz almasın yapmaya kalkmasın :)

sevgiyle:) 




28 Ekim 2013 Pazartesi

ödev yapma üzerinde okul-arkadaş ve çevrenin etkisi

valllahi billahi çocukların ödev yapmasını sağlayan güç anne-babanın dışında okulda, arkadaşta, öğretmende ve hatta kuzenlerde filan saklı gizli. son kararım budur efendim. çocuğum ödev yapmıyor yaptıramıyorum diye üzülmeyin sevgili anneler, çocuğunuzun ödev yapması öğretmeninden aldığı gaza, arkadaşıyla iletişimine ikinci derece akrabalar- kuzenlerle ne kadar vakit geçirdiğine bağlı olarak çok değişiyormuş meğerse.

böcüğüm okula başladı bu sene (ülkemde olan bitenden kafamı toplayıp yazamadım bir türlü). ilk ay alışma devresi kes-yapıştır ve boya gibi basit işler yaptılar, ekim ayı başlarında ise harflere başladılar, başladılar derken daha sadece ilk grubu bitirdiler (e-l-a-t). ilk haftalarda bir türlü ödev yapamıyorduk, yaptıramıyorduk ve ödev başında ağlayan böcük ve sinirden saçları diken diken olmuş anne ve baba. bu esnada problemi anlamaya çalışıyorum bir yandan, sonra konuşurken ortaya çıktı ki, bizim böcük sıra arkadaşından pek memnun değil, ve yaşadığını anlatmıyor ama rahatsızlık büyük. öğretmeni ile görüştük, bir süre sonra (hemen olursa yanlış anlayabilir diye) sıra arkadaşı değişti ve bizim böcükte değişim başladı. ikinci önemli husus ise öğretmeni sen okumayı çok hızlı öğreneceksin demiş ve bingo şimdi müthiş bir hevesle ödevleri yapıyor ve gayet mutlu ödev yaparken. biz de rahatladık, artık ödev kavgası yok evde.

ödev konusunda müthiş bir şanslıyız çünkü öğretmenimiz ödev vermeyi sevmiyor, öncelikle çocukların okulu sevmesi gerekli diyor. az ödev verdiği ve okulda kendisi iyi çalıştığı için (tahminimce eve çok ödev veren öğretmen işi birazda anne-babanın üstüne yıkıyor) ödev konusunda artık çok zorlanmıyoruz. bir de öğretmenimiz yapmadığında zorlamayın, yorulmasın daha çok küçükler oyun onlar için her şeyden önemli dedi. öğretmenimiz büyük şansımız. umarım bu durum değişmez (türkiye'de hiç bir şeyin veya hiç kimsenin değişmeyeceğinin garantisi yok).

arkadaş ve okul-öğretmen kadar etkili olan bir diğer konu ise yaşları yakın olan kuzenlermiş meğerse. böcüğün 3. sınıfta ve 2. sınıfta olan iki kuzeni var ve bu üçü bir araya geldiklerinde bizimkine sen okuyamıyorsun, sen bilmiyorsun vs. diyorlarmış. bizimki de hırçınlaşıyor bu durumda. bir de buna engel olmaya çalışıyoruz artık.

tüm bunlar olurken ailecek baya bi hırpalandık, çokça okuduk araştırdık. ve bazı bilgiler toparladık. bu bilgilerden tecrübe ile edindiklerimiz:

  • herhangi birisinin sen bilmiyorsun ya da yapamıyorsun demesi çocukta kopuşa neden oluyor ve başarısızlık hissi hakim oluyor. bu nedenle sözcüklere ve beden diline dikkat etmek gerekiyor. çocuk başarısız olduğuna dair bir hisse kapılırsa ödev yaptırmak gittikçe zorlaşıyor. başarısızlık hissine kapılmışsa daha basit işlerle başlayarak geri dönüş sağlamak gerekiyor.
  • eğer ödev yapmaya yönelik bir isteksizlik varsa okulla- öğretmenle-arkadaşla olan ilişkisini sorgulamak gerekiyor, çocuklar başlarına geleni anlatmıyor ama tavırlarıyla belli ediyorlar.
  • anne babadan çok öğretmen etkin bu yaş grubunda, bu nedenle öğretmenle yakın ilişki kurmak ve yaşanan sıkıntıların çözümünde yardım istemek gerekiyor.
  • ödevi ya anne ya da baba ile yapmak gerekiyor, aynı anda iki ebeveynin karışması doğru değil. ve hatta ödevde yardımcı olacak kişinin değişmemesi çocuğun yararına ve daha sabırlı olan kişinin ödev yaptırması gerekiyor. eğer ödev yaptıran kişi o gün için öfkeli ise diğer ebeveynin ödev görevini devralması çocuğun yararına oluyor.
  • ödev yapılırken her ne kadar süreyi çok uzatıyormuş gibi görünse de çocuk için sık ara vermek iyi oluyor (biz beş satır yazınca ya da 20 dk ödev yapınca ara veriyoruz)
  • yazısı kötü olsa da (sonuçta hepimiz inci gibi yazmıyoruz) ya da kekeleyerek okusa da yol gösterici olurken işi abartmamak gerekiyor, sonuçta öğretmek bizden çok öğretmenin işi ve anne-babanın burada yapacağı bir yanlış öğretmenin işini çok zorlaştırabiliyor.
  • ödev hep aynı mekanda yapılmalı, biz odasında çalışma lambası ve masası kullanıyoruz. ödev yaparken küçük kardeşi odaya almıyoruz. kardeş veya ödevle ilgisi olmayan kişiler dikkat dağıtıyor, biz de o ödev yaparken kitap okuyor mümkün olduğunca kontrol eder konumda kalıyoruz.
  • güzel ve yüreklendirici sözler çok önemli, bu konuda cömert olmak gerekiyor, bir de sen akıllısın ya da zekisin yerine çalışkansın başarırsın diyoruz.
  • okuldan gelir gelmez değil bir süre dinlendikten-çizgi film izledikten ve yemek yedikten sonra ödev yapmak daha kolay oluyor.
şimdilik ödev yapma sorunumuzu çözdük, umarım yine sorunlar çıkmaz.

sevgiyle:)



25 Ekim 2013 Cuma

yazamamak,

kendimce içimi döktüğüm, kimse okumasın ben okurum dediğim, tariflerimi ve yaptıklarımı sakladığım aslında tam olarak kendim olduğum bu blogda artık yazamıyorum. güzel ülkemde her gün öyle garip şeyler oluyor ki, kafamı toplayamıyorum. her gün başka bir sözden inciniyor, başka bir olaydan üzüntülere gark oluyorum. artık incinmekten-üzülmekten yoruldum.

nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki, bazıları kafasına göre kızlar kantine girmesin diyebiliyor, bazıları hamileler sokakta gezmesin, tüm bunlar olurken muhtemelen gerçeklikle bağlantısını yitirmiş birisi saçının boyasını ihmal etmezken bebeğini 9 gün aç-susuz ölüme terk edebiliyor. her şey üstüme geliyor, her şey bende derin bir kırgınlık yaratıyor. yine de her şeye rağmen yaşamaya devam belki bir gün bir şeyleri değiştirebilirim diye umutla yaşamaya devam.

sanırım bundan sonra bu türden yazıları daha çok yazacağım. daha çok fikir belirteceğim.

sevgiyle:)

12 Ekim 2013 Cumartesi

pinuccia'nın kitap okuma şenliği için okuduklarım

itiraf etmeliyim ki çok okurum zannediyordum, okumayı seviyorum çok kitap okuyorum diyordum, oysa ki hiç okuyamıyormuşum. bilmem neden, çocuklardan işlerden, evden. nedeni önemli değil ama okuyamıyormuşum. 3 ayda topu topu 6 kitap okuyabildim işte listesi:

1. 150 sayfadan kısa kitap kategorisi için: yaşlı adam ve deniz -ernest hemingway- ilya yayınları-108 sayfa
2. yazarı adaşım olan kategorisi için: gece yarısı öyküleri -tuba arık -sokak yayınları-250 sayfa
3. herkes okudu ben kaldım kategorisi için: 1984 - george orwell -can yayınları -350 sayfa
4. yasaklanmış kitaplar için: sineklerin tanrısı -william golding -iş kültür yayınları -248 sayfa
5. yazarı ile aynı yıl doğduğum kategorisi için: güneşin kızları -corban addison -feniks yayınları -459 sayfa
6. içinde renk olan kategorisi için: bir yeşilin peşinde -asın zihnioğlu -tübitak popüler bilim kitapları -218 sayfa


toplam 100 puan ediyor sanırım,

bunlar okumayı bitirebildiklerim, okumaya başlayıp bitiremediklerim ise
1. kurgu olmayan kitap kategorisi için: kendi everestinize tırmanın -nasuh mahruki
2. mesleği yazarlık olmayan birisinin yazdığı kitap kategorisi için: şaşırtan varsayım -fransis crick (DNAyı keşfen bilim adamlarından birisi, fizikçi)
3. canımın istediği bir kitap kategorisi için: kara kule 1 -stephen king

diğer kategoriler için ise başlayamadım bile.
yazık ve yuh olsun bana bir de çok kitap okurum diye geziyorum ortalıkta. ama kendime bir söz daha çok okumak için elimden gelen gayreti göstereceğim.

sevgiyle:)

7 Ekim 2013 Pazartesi

öfke nöbeti,

her insanın yaşaması normal olan öfkelenme bende ve böcüğümde artık patlamalar ve nöbetler şeklinde cereyan ediyor. her ikimizde öfkemize hakim olamayıp onda genelikle haykırarak ağlama, bende ise ciyak ciyak bağırma, hatta saçlarımı yolma şeklinde ilginç dışarıdan korkutucu görünen davranışlar sergiliyoruz. üstelik bu durumda anneanne ya da dede gibi görünüşte bana hak veren ve yardım eden ama aslında çocuğa hissettirdiği ile onun arkasında olan seyircilerimiz mevcut(bunu söyleyince çok kızıyorlar ama gerçek bu).

yaşadıklarımız tam olarak öfke nöbeti, her hangi bir şey için başlayan ikimizinde zırıl zırıl ağlamasıyla sonuçlanan öfke nöbetleri. psikoloğa göre öfkelenince huzurlu ve mutlu olduğumuz bir anı düşünmeliymişiz önce, böylelikle o kızgın duyguların bizi ele geçirmesine engel olabilirmişiz. ben hiç böyle bir an hatırlamıyorum. birazcık huzurlu ve güvenli hissettiğim anların gerisinde utandırılma ya da korku da var hep. eğer böyle bir anı bulamıyorsak, kendimizi huzurlu hissettiğimiz bir yer ya da durum yaratmalıymışız. bu durum tıpkı limon düşününce ağzımızın kamaşması gibi öfke anında bizi sakinleştirecekmiş. deneyelim bakalım.

böcük için yapılması gerekenler ise, sakinleşmeden seninle konuşmuyorum demek, bazen kendimiz sakinleşmek için ortamı terk etmek, en başta öfkelenmemeye çalışmak, sorunun fiziksel bir nedeni olup olmadığını anlamaya çalışmak(uyku veya açlık gibi), öfke karşısında geri adım atmamak (geri adım atılırsa öfke krizleri büyüyerek çoğalırmış), sakinleştiğinde ne olduğu hakkında konuşmak ve kendi duygularımızdan bahsetmek, aynı zamanda çocuğunuza sizin kurallarınızın geçerli olduğunu kesin bir dille bildirmek gerekiyormuş. ben hepsini başaramıyorum henüz. sadece onun sakin bebek olduğu zamanları çok özlüyor ve öfkeleniyorum.

4 Ekim 2013 Cuma

evde zeytin yapımı

günlerden sonra hazırlayabiliyorum zeytinler yazısını,

görümceme gelen hediye zeytini nasıl tatlandıracaklarını bilemeyince verin dedim ben yaparım, annem eskiden yapardı, ondan öğrenirim. kolaymış zeytin yapmak, sadece uzun zaman aldığı için sabır gerekiyor:), anneciğim tarif etti, hatırlamadığı siyah zeytin tekniğini kuzenime (kendisinin zeytinliği var) sorduk. sonuçta evde zeytin yaptım.


Zeytinleri yeşil ve siyahlaşmış olanlar olarak iki gruba ayırdık önce


sonra tek tek kırdık. bunun için et tokacını kullandık ama taşla da kırılabilir, çizilen zeytin ise farklıymış. sonra kırdığımız zeytini suya koydum. ilk hafta suyunu her gün değiştirerek, ikinci haftadan sonra ise iki-üç günde değiştirerek 3 hafta boyunca acı tadının geçmesi için beklettim. suda bekletme işlemini yeşil zeytinler için yaptım, siyah zeytini ise bol miktardaki kaya tuzu ile bir kavanoza koydum ve her gün hızla çırpar gibi çalkaladım. bu esnada siyah zeytinin acı suyu dibine birikiyor bu suyu da her gün boşalttım, bir ay sonunda siyah zeytinde tatlanmıştı.


tatlanan zeytinlerden siyah zeytini limon suyu ve zeytin yağı ile kavanoza doldurdum. 4-5 limon suyu ve bir bardak kadar zeytin yağı koydum, yani tanelerin hepsi yağ içinde değil.


yeşil zeytini ise 2-3 limon suyu-3 avuç kaya tuzu ile hazırladığım salamura suyunda saklıyorum. buz dolabında daha uzun süre dayanıyor. dışarıda bekletilecekse turşu tozu diye satılan bakterilerin üremesini önleyen ve küflenmeyi önleyen sodyum benzoat koymakta fayda var (1/2 çay kaşığı), bu madde metabolize olmaz ve bakteriyel gelişimi önlediği için küflenmeyi geciktirir. ama kullanıp kullanmamak tamamen tercih meselesi. 

zor değil ama zaman alıcı, afiyetle ve sevgiyle:)

3 Ekim 2013 Perşembe

yaşlı adam ve deniz, ernest hemingway

pinuccia'nın kitap okuma şenliği için okuduğum 200 sayfadan kısa kitap kategorisinde nihayet okuyup bitirebildiğim kitap, hepsi topu 108 sayfacık ama bir türlü bitmedi, çocuklarla okuma hızım çok azalmış meğerse. okuduğum diğer kitaplarla ilgili yorumlarımı yazamadım henüz. artık kendime bunlar için vakit ayırmalıyım diyorum ama çocuklarla ilgili bitmek bilmeyen işlerden fırsat bulamıyorum,
şu an ise böcük ödev yaparken yanında oturup yazıyorum, sırf kitabın etkisi kaybolmadan yazabileyim diye.

yaşlı bir denizcinin gururunu kurtarmak için çok büyük bir balık peşinde denize açılmasını ve orada kendisiyle olan savaşını anlatan uzun hikaye aslında yaşlı adam ve deniz. müthiş bir iç savaş, yenilmemek uğruna denizde geçen üç koca gün, sonunda balığı yakalayış ama dış etkenler nedeniyle verilen tüm mücadeleye karşın yaşanan kayıp, ama diğer balıkçılar tarafından bu mücadelenin takdiri.

hepimiz bunu yapmıyor muyuz? kanayan ellerimize rağmen, bulanan zihnimize rağmen mücadele etmiyor muyuz? ve sonra bazen tüm çabamızın başka başka nedenler elimizden kaydığını görüp umutsuzluğa kapılmıyor muyuz? ama tüm bunlara rağmen gösterilen bu çaba kutsal ve insanı insan yapan değer bu çaba gösterme gücü değil mi?

okuduğum en iyi en düşündürücü kitaplardan biriydi, okunmasını muhakkak tavsiye ediyorum, kızlarım biraz büyüyünce onlara okumak ve okutmak için vakit kaybetmem umarım. sevgiyle:)



2 Ekim 2013 Çarşamba

hasta çocuk ve zavallı anne,

yaklaşık 5 gündür börtücük çok hasta, sürekli kusuyor, mam diye her gördüğü yiyeceğe atlıyor ama yedikten sonra çıkarıyor, yapılan tahlilerde hiç bir problem görülmüyor ama bizim sıpa kusmaya devam, hergüm bir makine kusmuklu çamaşır yıkar olduk, kusmuk kokusundan yemek yiyemez olduk. ama bir anne olarak ben ne yapıyorum, her acil maceramızda bir başka çocuk için ağlıyorum, bir gün üzerine kaynar su dökülen downlı çocuğa, bir başka gün koşarken hızını alamayıp direğe çarparak beyin kanaması geçiren birine. allah'ım ne zormuş çocuk aciller, benim sıpam hasta ama geçici allah dermansız dert vermesin diye diye geziyor, ağlıyorum. kesin olarak karar verdim ben çocuk doktoru olamam, kıyamam o küçücük bedenlerin çektikleri acılara, duygularımı kapatıp serum takamam, ağlarken onlarla birlikte ağlarım.
bir yandan başka çocuklara ağlarken bir yandan kendi çocuğunun başına gelmemesi için dualar etmek annelere has bir özellik galiba. işin kötü yanı sonuçlar temiz çıktıkça ya kötü bir şey varsa ve bulunamıyorsa endişesi hiç bırakmıyor peşimi. hatta bu sabah ya kızım çok hastaysa ve ölürse diye ağlıyordum hastanede ;)
umarım börtüm bir an önce iyileşir, ben de bu ağlamaları bırakırım :(