31 Aralık 2013 Salı

kendimle muhasebe,

2013 yılı zor çok zor bir yıl oldu hepimiz için, öylesine garip olaylar yaşadık ki, ismail abi deyişiyle olaylar olaylar olaylar idi. bu ülkede yaşamaktan utandık, bu ülkede yaşamaktan bıktık, bu ülkede yaşadığımız için umutlandık. ama genel olarak hiç birimizin beklentisini karşılamayan üzüntü-öfke dolu bir yıl yaşadık.

2013 yılına ait hedeflerimin hiç birisini gerçekleştiremedim. kimi zaman üzüldüm, kimi zaman kızdım ama hep kendimden yedim. hedeflerin hepsi kaldı 2014'e. bu nedenle 2014'ten çok somut şeyler bekliyorum

  • işimle ilgili: bekleyen makaleleri yazıp yayınlamak ve onların düşüncesinden kurtulmak
  • evimle ilgili: daha düzenli olmayı başarmak
  • böcüğümle ilgili: okuma-yazmayı öğrenmesi ve günlük tutmaya başlaması
  • börtümle ilgili: kendisiyle ilgili gelişmeler çok güzel ama konuşmaya başlaması ve daha az ağlaması
  • sevgilimle ilgili: tayin olması ve birazda eski günlerimize kavuşmak
  • annemle-babamla ilgili: sağlıklarının bozulmadan bu halleriyle bir yıl daha yaşlanabilmeleri
  • kayınvalidem-kayınpederimle ilgili:  sağlıklarının bozulmadan bu halleriyle bir yıl daha yaşlanabilmeleri
  • görümcelerimle ilgili: bizim hayatımızın başka başka olduğunu kabullenebilmeleri
  • hayallerimle ilgili: en azından onları yitirmemek
  • ülkemle ilgili: saçma sapan politik oyunların bittiği, demokratik, özgür yaşanabilen bir ülke olmayı başarmak
ayakkabı kutularınız dolu olsun helal ile
sevgiye:)

23 Aralık 2013 Pazartesi

yitik

ülkemde olan biten öyle çok yakıyor ki canımı, artık bu ülkede yaşamaktan çok çok çok yoruldum. canımın acımasından, her gün bir garip habere üzülmekten yoruldum, bıktım.

bugün ülke gündeminden uzak kalmak istiyorum, ama kalamıyorum. bir gün olsun huzurlu bir ülkede yaşamak istiyorum. bir gün olsun yine kim neyi ne kadar ne zaman gibi sorulardan uzak kalmak istiyorum. küçük bile olsa toplumu mutlu edecek bir şeyler olmasını istiyorum. bir tek gün huzur istiyorum.

gündemi takip edemiyorum artık, normal bir ülkede yaşansa aylarca konuşulacak olaylar her gün gerçekleşiyor. artık güzel bir ülke olduğumuzu da düşünmüyorum zaten. güzel insanlar da değiliz.

inşallah bir gün huzurla...

4 Aralık 2013 Çarşamba

bunalmış...


bekledi hep bekledi işler yoluna girsin, hem dışarıda hem de kafasının içinde sessizlik olsun. düşünceler dönüp durmasın peşinde.
dışarıdaki gürültülerden öyle çok yorulmuştu ki. sürekli bağrış çağrış-itiraz-ağlama. bitmek bilmeyen beklentiler. fedakarlık yapmaktan herkesin isteğini ayrı ayrı yerine getirmeye çalışmaktan yorgun düştü. böyle anlarda kendini bir bahçede hayal etmeye başladı. sakin bir bahçe köşesi, kuş cıvıltıları, güllerin kokusuna karışan yosun kokusu. belki fonda çalan sakin bir müzik. kaçış mekanı. gürültüden, işlerden belkide kendinden.
içindeki gürültü ise bu sakinliği yaşamasına engel olacaktı. yapmadığı yapamadığı için sürekli huzursuz eden işlerden bunalmıştı. kafasında dönüp duran işler, huzursuz olduğu için yapamadığı, yapamadığı için huzursuz olduğu işler.
her şey yoluna girecek, buna inanır kendimden vazgeçmezsem herşey yoluna girecek, diye düşündü. düşüncelerini serbest bıraktı, işlerini sıraladı.

3 Aralık 2013 Salı

gitmek istediğim o yer,

ilk aklıma gelen kamboçya idi. fotoğraflardaki muhteşem tapınaklar, pus, yağmur, sanki kaybolmuşluk hissi. evet gerçekten kaybolmuş bir yer gibi. sanki dünyada değil. diğer tarfatan aynı derecede korkuyorum vahşetinden. vazgeçiveriyorum bazen.

sonra düşündüğüm yer barselona idi. henüz gidemedim ama günün birinde belki de bir kaç yıl içinde.

birden aklıma düşen ise hindistan oldu.

sonra emeklilik hayalimi hatırladım yeniden: gemi ile dünyayı gezmek. yani ben her yere gitmek istiyorum. gitmek istediğim tek bir yer yok. okuduğum, izlediğim, gezdiğim ölçüde varım ben. kültürel olarak büyüdüğüm ölçüde

sevgiyle:)

2 Aralık 2013 Pazartesi

bir kitap, bir sayfa, bir satır

bu küçük haşarı her duyduğunu belliyor, yanılmadan da yineliyor. ne kadar da hızlı büyüyor küçük kızım benim. benim için hala küçümen ama kocaman bir dünya diğer taraftan. doğduğu gün daha dün gibi aklımda, minicik parmakları, meme arayan ağzı, sararan beni üzen rengi. şimdi şeker mi şeker, o minicik parmaklar gözünü-kulağını gösteriyor. minicik eller gözünü kapatıp ceee yapıyor. yürümeyi öğrendi de bez getir deyince odasından bez alıp muşambayı yere açıyor. yemek yemek için delirip sadece önlüğü taktığında kendi yemesine izin verdiğimiz için hiç itiraz etmiyor, kaşık kullanmayı öğrendi bile. abla gibi olmak için büyük çaba gösteren miniğim her gün öğrendikleriyle beni şaşırtıyor. daha dün doğmamış mıydı miniğim ne zaman büyüdü bu kadar. ne kadar daha büyüyecek, nasıl da geçecek zaman. biz yaşlanacağız o büyüyecek ama benim aklımda hep o minik kibrit çöpü parmaklar, leblebi gibi ayaklar kalacak. seni çok seviyorum minik kızım, bunu hiç unutma.

ilk cümle en sevdiğim kitaplardan olan şeker portakalından. sevgiyle:)

1 Aralık 2013 Pazar

bir varmış bir yokmuş


blog firtinasi odev 1

bir varmış bir yokmuş
develer tellal iken
pireler berber iken
ben annemin beşiğini
tıngır mıngır sallar iken
annem düştü beşikten
babam koştu eşikten

eskiden masallar böyle başlardı, eskiden insanlar bir oda içinde 5-6 çocukla birlikte yaşardı. bugün düşündüm durdum nasıl uyur, nasıl ders çalışır, tuvalet sırasını ne yaparlardı? anne-baba olmak daha mı zor daha mı kolaydı?

bir varmış bir yokmuş, bir anne baba 9 çocuğuyla beraber küçük bir oda içinde yaşarmış. bu zavallı anne üstelik bir de dokuz çocuk kaybetmiş, dile kolay 18 hamilelik kimileri doğumla kimileri düşükle sonuçlanan 9 kayıp. anneciğin içine oturan, parmağından hiç çıkmayan küçüçük kıymıklar. ama insan öyle ki, zamanla kıymık üzerine doku yapıp onu kocaman bir çıban haline getirdiği gibi kadıncağızın küçücük kıymıkları da büyümüş büyümüş irinli çıbanlar oluvermiş. 9 ayrı çıban, dokunanı yakan, zavallı anneciğin dahi farkında olmadığı hem kendini hem de çevresindekileri yakan 9 ayrı irinli çıban. annecik o kadar kanıksamış ki bu durumu, bunun farkında olmadan öyle uzun zaman geçirmiş ki çıbanlarından sızan irinleri farkında bile olmadan herkese bulaştırmış. zavallı annecik nasıl da bir zincirleme reaksiyona yol açtığını bilememiş hiç. hayatta yaşanan öfkelerin hep içinde kaldığını, öfkeyi hep başka bahanelerle başkalarına aktardığını, o başkalarının da aldıkları öfke yükünü kendi çevrelerine taşıdığını. nereden bilsin zavallı annecik, neredeyse her sene hamilelik yaşamaktan ve doğum yapmaktan, çocuklara bakmaktan, iş görmekten, tarlada tapanda çalışmaktan, kocasının keyfini yapmaktan fırsat bulamamış ki kendini anlamaya dinlemeye. kim bilir belki de böylesi daha iyiymiş.

kadınlar eskiden de günümüzde de hep çalışmak zorunda. evde çalışırlar, işte çalışırlar, güya ev kadını olanlar bağda bahçede çalışır hayvanların bakımını yapar, yemek yapar, çocuklara bakar, temizlik yapar, bir de bu kadar işin içinde gezme gezer. çalışan kadınlar ise işten çıkar koşarak eve gelir çocuklara bakar, yemek yapar, temizlik yapar, çamaşır yıkar. yani kadınlar her zaman çok çalışır. köle gibi çalışır. ama adına hiç sen bizim kölemizsin denmez, hep annelik çok yücedir, kadınlar çok değerlidir. iyi de dünyada rahat edemedikten sonra ne yarar? bir tek gün hasta olma hakkını kullanamadıktan sonra neye yarar?

kadınların eğitimleri o irinlerin oluşmaması ve başkalarına aktarılmaması yani toplumun refahı için gerekli ve yeterlidir.

sevgiyle:)